tag:blogger.com,1999:blog-34345824508716880692024-03-13T06:01:19.271+03:00Yalnız GezegenSiz buraya daha önce de gelmiştiniz. Tabii gelmiştiniz ya... tabii. Ben gördüğüm yüzü asla unutmam. Buraya gelin de elinizi sıkayım! Bir şey söyleyeyim mi? Sizin yüzünüzü bile görmeden, yürüyüşünüzden tanıdım. Castle Rock'a dönmek için bundan daha iyi bir gün seçemezdiniz.Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.comBlogger79125tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-19187293785108000972014-01-15T20:33:00.000+02:002014-01-15T20:33:28.565+02:00Demeyeyim diyorum ama..Bakın, aksi biri olmak istemiyorum. Yani öyleyim ama aslında olmak istemiyorum. Niye böyle yapıyorsunuz?! Tanrılar... Neyse. Demeyeyim demeyeyim diyorum ama artık her yerde görmeye başladığım şu resim beni çıldırtacak:<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-3zdho4t1Etc/UtbP8gedk4I/AAAAAAAAAGk/3BZEuK4VucY/s1600/japonlar.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="239" src="http://1.bp.blogspot.com/-3zdho4t1Etc/UtbP8gedk4I/AAAAAAAAAGk/3BZEuK4VucY/s320/japonlar.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
Yani evet elbette insanların metroda kitap okumasında rahatsız değilim ama benim de bir çift sözüm var:<br />
<br />
1) "Teknoloji ile uğraşacağına kitap oku" öğütünün Japonlar üstünden verilmesi ironik değil mi? Bu kızlar değil mi cikleyerek ellerinde bilmem kaç G'li telefonlarıyla dolaşan kızlar? Yani 3G olayı Türkiye'ye "Teknoloji devrimi", "Merak ne güzel şey, güzel şey merak" ve "Bir adam vardı, canı sıkılaaan" reklamlarıyla henüz giriş yaparken Japonya'da 5G ya da 4G vardı diye hatırlıyorum? Hiç mi anime seyretmediniz, adamlar teknolojiyle yaşıyor! Anime fanı değilsiniz tamam ama okul temalı Japon korku filmi seyretseydiniz hiç değilse? Cevapsız Arama n üzeri x'e kadar uzadı bildiğim kadarıyla, bir bakın derim. JAPONLAR TELEFONLARI TENLERİNE KAYNAMIŞ ŞEKİLDE YAŞIYOR!<br />
<br />
2) İkinci ironik taraf bu fotoğrafın bir sosyal paylaşım sitesi üzerinden yayılması. Ele verir talkımı, kendi yutar salkımı. Neden bu fotoğrafı paylaşmak için Facebook'ta geziniyorsun ki? Git bir kitap okusana. İnsanlar Facebook'u çok ciddiye alıyorlar bence. Bu altı üstü fotoğraf, yazı, video paylaşılabilen bir site. Yüklenen anlamlarsa çok büyük. Facebook üstünden komunizm propagandası yapan bir kitle var ki, onlar ayrı komik. Facebook, an itibariyle sahibini dünyanın en zengin 5 adamı arasına sokmuş ve sapına kadar KAPİTALİST bir oluşum tatlılarım, üzgünüm. Neden sakin olup sadece kedi videoları paylaşmıyorsunuz ki? Oldu olacak Facebook'ta, McDonald's'ta gerçekleşecek bir buluşma ayarlayın ve gelen herkes Nike giysin mesela?<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-_Iz67xCV3DQ/UtbTElS-_uI/AAAAAAAAAGs/mEivPoafSkM/s1600/the_communist_party_large_answer_6_xlarge.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://4.bp.blogspot.com/-_Iz67xCV3DQ/UtbTElS-_uI/AAAAAAAAAGs/mEivPoafSkM/s320/the_communist_party_large_answer_6_xlarge.gif" width="320" /></a></div>
<br />
<br />
3) Diğer sinir bozucu nokta, bu fotoğrafı paylaşan kitle ile alakalı. Basit ve iyimser bir anlatımla: Kitap okuyucusu değil. Yani kızdığın / karşı çıktığın adam metroda telefonla oynuyor okey, ama sen evdesin. Niye kitap okumuyorsun ki? En son hangi kitabı okudun? Aksi biri olmak istemiyorum, evet.<br />
<br />
<br />Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-75325268260659181972014-01-05T23:14:00.001+02:002014-01-05T23:14:44.544+02:00Her şey akar. Şu yaşıma gelene kadar -ki bu ay içinde 22 olacağım. Bildiğin 22 yani. Ayna sayı böyle. İki taraftan okuyunca da aynı. Öyle bir 22 yani.- binlerce kişi ile tanıştığımı tahmin ediyorum. Tanışmak derken, birinin adını, ne bileyim işini, bölümünü bilmek, yani anlayın işte ona dair bir şeyler bilmek anlamında. Ne yazık ki bu insanlardan çok azını sevebildim. Bence sevgi öyle şiirlerdeki, hikayelerdeki kadar sonsuz bir şey değil. Yani modern deyimle "Kocaman bir kalbin var tatlımm" gibi bir şey değil. Herkesin insanlara verebileceği belli bir toplam sevgisi oluyor. Diyelim ki 10X kadar. Bunu eşit olan ya da olmayan -ki bu daha mantıklı- şekilde insanlara paylaştırıyorsun. Ne kadar az kişi seversen, o kadar fazla seviyorsun. Hayatımdaki sayılı insanı çok sevmem bu yüzden olabilir.<br />
<br />
Bugüne kadar tanımamış olmayı dilediğim kimseyle karşılaşmadım. Böyle düşündüğüm hiçbir zaman olmadı. Bence bu çok iddialı. Kötü biri bile insana bir şeyler katıyor. Bozuk bir saat bile günde iki kez doğruyu gösterir sonuç olarak. Hayatında iyi insanlar varsa daha iyi biri oluyorsun. Kötü insanlar varsa kızıyorsun, sinirleniyorsun ve eğer cesaretin varsa -ki umarım herkeste vardır- onları hayatından çıkarıyorsun. Her insan bir rengi var. Ama bazıları parlak kırmızı, bazıları ne bileyim kötü bir kahverengi tonu. Hayatındaki her insan bir renk atıyor hayatına. Kendi rengini. İşte bundan diyorum, eğer sevgini çok kişiye bölersen az seviyorsun diye. Her rengi boyayan, siyah elde eder. Bugüne kadar tanımamış olmayı dilediğim kimseyle karşılaşmadım ama keşke tanıdığım gibi kalsaydı dediğim kişiler oldu.<br />
<br />
Tanıdığını düşündüğün bir insanın gözünün önünde değişmesi çok acayip bir şey. Aslında ne zaman olduğunu bile anlamıyorsun. Tıpkı bir çiçeğin büyümesi gibi. Minik minik değişiyor her gün. Ancak süreç tamamlandığında bitmiş olana bakabiliyorsun. Herkes değişir zamanla. Her şey de değişir çünkü. Aynı ırmakta iki kere yıkanılmaz. Herkes değişir. Bazılarının yeni halini seversin, bazılarının sevmezsin. Önemli de değil bazen. Bazen üzücü oluyor tanıdığın birinin gözünün önünde değişmesi. Yitip giden, solup giden bir şeyler gibi. Yüzü yavaş yavaş yok oluyor sonra. Eski albümlerde solup giden çocuk ve asker resimleri gibi. (Ataol Behramoğlu'na selam olsun:)) Sonra devam ediyorsun. Çünkü her şey akar. Ka rüzgar gibi. <br />
<br />
Not olarak: Bu yazıyı okuyup kendine yazmış olabileceğimi düşünen herkes için: Bu yazıyı sana yazmadım:)<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://encrypted-tbn3.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcT_I49STyd28WbaQWLofmpT9eSkSEuSFUtXpwdLoZpAXn0M-fjc" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://encrypted-tbn3.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcT_I49STyd28WbaQWLofmpT9eSkSEuSFUtXpwdLoZpAXn0M-fjc" /></a></div>
Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-27197745862465372702013-06-18T03:21:00.001+03:002013-06-18T03:21:18.853+03:00KuzgunBir ara "neredeyse ölüm deneyimleri" diye bir şeyler okuduğumu hatırlıyorum. Bunlar, ölüme çok yaklaşan ya da bir süreliğine ölüp yeniden hayata dönen insanların gördüklerini söyledikleri şeylerdi. Ama "neredeyse ölüm" bana çok farklı şeyler çağrıştırıyor.<br />
<br />
Bugüne değin ölümle ilgili tek kelime yazmadım çünkü eğer olur da ölürsem gazeteler "Sanki öleceğini biliyordu, bakın son yazısı" vs yazamasınlar istedim. Hatırladığım kadarıyla Bahadır Boysal'ın bu konudaki gerçekten zihin açıcı yorumuna göre bu insanlar öleceğini bildikleri için ölümle ilgili şeyler yazmıyorlardı, bu insanlar ölümle ilgili şeyler yazdıkları için ölüyorlardı! Yani başka bir deyişle, ölümü çağrıyorlardı. Ölüm de sadık bir dost gibi geliyordu.<br />
<br />
Başta bahsettiğim "neredeyse ölüm" konusuna gelince, ölüm konusunda yazı yazmama prensibimi bozmamın nedeni budur. Ben hiçbir zaman ölmedim, dolayısıyla yeniden hayata dönme gibi bir deneyimim de yok. Ölüme çok yaklaştığım, National Geographic belgeselinde "Hayatta Olmayabilirdim"e anlatabileceğim tarzda bir olayı da hiç yaşamadım. Aslında ölümümle bile barışıktım. Yani şu an biri gelip 5 dakika 22 saniye sonra öleceğimi söylese, Anathema'dan One Last Goodbye'ı açarım gibime geliyordu. Ama hani derler ya "ölümün bile hayırlısı." Yaklaşık 2 hafta önce, bu kadar "havalı" olmadığımı farkettim. Ve bir de, düşündüğüm kadar panik biri olmadığımı.<br />
<br />
Yaklaşık 2 hafta önce, blogumda yer almasını çok da arzu etmediğim bir durumun ortasında kaldık. Bu, benim hayatımda ölüme en yakın hissettiğim andı. Öncelikle belirtmeliyim ki, aklımdan hiçbir süslü his, hiçbir film şeridi ya da daha yapacağım çok şey var tarzı bi şey geçmedi. Bu tarz şeyler insanın aklından çok sonra geçiyor. Aslında benim bunları yazıyor olmamın nedeni bunları paylaşmak da değil. Hayatım boyunca insanların hislerini önemsemeye çalışan biri oldum. Yani çalıştığımı söylüyorum çünkü bunu yapmayı başaramadığım durumlar azımsanmayacak kadar çoktur. İnsanların da hislerimi bilmelerini önemsiyorum elbette ama "Ay resmen şöyleydi, var ya uff" falan demek benim tarzım değil. Benim amacım kendime bir şeyleri hatırlatmak ve bu yazıyı okuyan herkese.<br />
<br />
Telefon rehberimde bir kere bile aramadığım insanlar var, bir kere bile beni aramayan. Hatta bazılarının kim olduğunu bile bilmiyorum. Bir nesilde herkes çocuğuna Gizem diye isim koyarsa olacağı bu arkadaş. Facebook'umda paylaşımlarına sinir olduğum için engellediğim insanlar var mesela. Onları silmiyorum çünkü ayıp olur. Hayatımda hoşlanmadığım insanlar var, onlarla konuşmak zorundayım, çünkü hayat böyle bir şey. İzlemeyi istediğim öyle çok film var ki. Konularını okuyorum, izlemiş kadar oluyorum bazen ama ı ıh, böyle bir şey değil ki film izlemek. Okumak için delirdiğim kitaplar var, kapaklarına dokunuyorum. Rastgele bir sayfa okuyorum içlerinden. Sonra kendime bir bahane buluyorum, daha güzel bir zamanda okumak üzere bırakıyorum kitabımı. Çiçekli bir elbisem var mesela, henüz hiç giymedim, güzel bir günde giymek üzere bekletiyorum. Henüz onu giyecek kadar özel bir gün olmadı. Peki ben bunları ne diye yazıyorum ve bunların başta yazdıklarımla ne ilgisi var? Elbiseymiş ölümmüş ne alaka? Hah işte, ben de onu diyorum, ya diyorum o elbiseyi hiç giyemeseydim? Yani yaşanan günden özel ne var? Kaç ölünün en güzel giysileri dolaplarında çürüdü.<br />
<br />
Aslında kimsenin sevmediği insanlara tahammül edecek kadar zamanı yok. Yani sevmediğin biriyle geçirdiğin her saniyeyi kendinden ve sevdiğin birilerinden çalıyorsun. Şimdi düşünüyorum da sevdiğim bir filmi izlemek ya da kitabı okumak yerine ne yapıyorum ki? Sanki çok meşgulüm de yapmıyorum bunları. Higgs bozonunu arıyorum sanki bunları yapmadığım zamanlarda. Ben kimim ki? Ben biyografisi 5 satırdan fazla sürmeyen ve ölüp gittiğinden dünya üstünde yokluğu bile farkedilmeyecek milyonlarca insandan biriyim ve sonu olmayan bir evrende toz tanesinin milyonda biri kadar yer kaplıyorum. Bu kendini beğenmişlik, bu özel arama isteği, bu kibir niye? Her an özel olmalı benim gibi insanlara göre.<br />
<br />
Bunları düşünmek güzel, güzel de... Söylediğim gibi böyle düşünmemi sağlayan şey bundan yaklaşık 2 hafta önceydi. Peki ben 2 hafta içinde ne yaptım? Ben... Ben hiç bir şey yapmadım. Bütün gün evde yatıp vücudumun çeşitli uzuvlarını büyütmek dışında hiç bir şey. Hayatımda devrimsel bir şey yapamadığım için kendimi suçluyorum ama muhtemelen bu satırları yazdıktan sonra da yapmayacağım. Daha önceki yazılarımı okuyanlar bilir Lewis Carroll'u eleştirmiştim. Böyle diyince çok hadsizmişim gibi oldu ama özet geçmem gerekirse olayın özü: Alice'in harikalar diyarında muhteşem şeyler yaşadıktan sonra olayların "Aa hepsi rüyaymış" şeklinde bitmesiydi. Bu yazarın yazdıklarına inanmamasına ve insanların hayallerini kırmasına sebep oluyor demiştim. İşte ben.. Ben küçük bir lewis Caroll gibiyim. Yazdıklarıma inanmıyorum ve hayallerimi kırıyorum. Ama yine de böyle düşünüyorum. Bu bir paradoks, bir yanılgı, saçma sapan bir şey. Ama böyle. Ve ben... Benim öğrendiğim tek şey: Beni istemedikçe kimse incitemez. Ben ölümümle barışık biri değilmişim evet, ama kendimle barışmaya başladım sanırım. Ben harika olmadığımı biliyorum, asla harika biri olmayacağımı. Ama artık harika biri olmaya da çalışmayacağım. Hayat harika bir şey olmadıkça, ben harika olmaya çalışmayı reddediyorum.<br />
<br />
Ölüm konusunda gelince... "Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki?" Ben ve ölüm konusuna gelince... Bilmiyorum, hayatını bu konu üstünde düşünerek geçiren insanlar var. Yani beni düşünmediler hayır:D Yani ölümü düşündüler, hatta bir çoğu öldüler bile. Öldükten sonra "Ulan yanılmışız onca sene?" ya da "Hah işte ben de böyle düşünmüştüm"gibi bir geri bildirim yapamıyor olmaları çok yazık. Ben, kendi adıma her belirsizlikten korkuyorum. Çünkü dediğim gibi benim biyografim çok çok kısa: <i>"Güzel bahçeli bir ilkokuldan, berbat manzaralı bir liseye. Oradan güzel kampüslü Odtü. Uluslararası İlişkiler öğrencisi. Hayatının geri kalanında There is a Light That Never Goes Out çalsın istiyor. Çoğunlukla mutlu, kronik olarak da mutlu olmaya çalışıyor." </i>Şey ben bazen 21'imdir... Bazen. Ve bir daha asla.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://s3-external-1.amazonaws.com/wootsaleimages/Quoth_the_Raven22wDetail.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="150" src="http://s3-external-1.amazonaws.com/wootsaleimages/Quoth_the_Raven22wDetail.jpg" width="200" /></a></div>
<div>
<br /></div>
Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-6379314858475756312012-08-29T00:39:00.000+03:002012-08-29T00:39:10.389+03:00Böyle.Doğanın bazı kanunları vardır. Kedilerin, köpeklerin bile bildiği kanunlar. Mesela güçlü olan hayatta kalır. Zayıf olan ölmeye mahkumdur. Bir köpek bile en güçlü yavrularını seçip, hayatta kalmaya en yatkın yavrularını emzirmeye çalışır. Zayıf yavrular için güçlü olanın sütünden çalmaz. Bir anne köpek doğanın en basit kanunlarından birini çok iyi bilir; Güçlü olan, hayatta kalır.<br />
<br />
İnsanlar da kuşkusuz doğanın bir parçasıdırlar. Doğanın her kanunu onlar için de geçerlidir. Bu yüzden insanlar "hayatlarını sürdürebilmek" amacıyla hep güçlü olmaya çalışırlar. Bazı insanlar bunun yöntemini diğerlerini zayıf bırakmak olarak düşünebilir. Genellikle bu insanlar kötü insanlardır. İnsanların iyiliğini istemezler. Aşırı hırs sahibi olurlar ve iyi her şeyin kendilerine ait olmasını isterler. Fakat doğanın başka bir hoşluğu olarak bu insanlar da pek mutlu olamazlar.<br />
<br />
Bazı insanlar kötü insanlar olmamalarına karşın, seni zayıf gördüğünde üstüne basmak, kendi kuvvetini hissettirmek isterler. Bunlar genellikle senin yakın çevren olurlar ve çoğunlukla bu daha acı verici bir şeydir. Örneğin yıllarca en yakın arkadaşın bildiğin insan en küçük olayda birden sana anlamsızca kinini kusabilir. Aslında kusulan bu kin yılların birikimi olup ortaya çıkmak için doğru anı beklemiştir. Bu tip durumların ve saldırganlıkların illa da arkadaş çevrenden gelmesi gerekmez. İnsanı en zayıf düşüren duygu sevgidir. Sevilen herkes böyle şeyler yapabilir. Bazı insanlar sevginin seni zayıf düşürdüğünü düşünerek tepene çıkmaya çalışabilir, saldırganlaşmaya başlayabilir.Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-92166531690016117512012-06-28T12:19:00.000+03:002012-06-28T12:19:38.051+03:00Gerçeklik?Alice Harikalar Diyarında'yı ilk ne zaman, kimden dinlediğimi hatırlamıyorum. Muhtemelen annem ya da anneannemden dinlemişimdir ama benim bu masalla ilgili en canlı anım ilkokuldaki diksiyon derslerinden. Bir derste hocamız sıralarımıza kafalarımızı koyup, gözlerimizi kapatarak hayal kurmamızı istemişti. Sonra bize Alice'in çay saatine geciken beyaz tavşanı takip etmesiyle başlayan o masalı anlatmaya başlamıştı. Çocuk zihnimde renkler uçuşuyor, tavşan koşup duruyor ve Alice onun peşinden gidiyordu. Kupa Kraliçesi kırmızılar içindeydi, Beyaz Kraliçe beyazlar. Sonra öğretmenimiz masalı bitirdi: "Ve Alice ter içinde uyandı. Gördüğü her şey bir rüyaydı. Oh yatağımdaymışım dedi." Alice Harikalar Diyarında'yı ilk ne zaman, kimden dinledim bilmiyorum ama masaldan o gün nefret ettim.<div>
<br /></div>
<div>
"Her şeyin bir rüya olması" olayından küçüklüğümden beri gerçekten nefret ediyorum. Hele hele bir masalda fantastik olayların sonunda rüyaya çıkması gerçekten çok üzücü. Çocukların hayal dünyasını bu denli kısıtlamaya ne gerek var bilmiyorum. "Bu olaylar masalda bile rüya çıkıyor tatlım." demek hayal gücüme yapılabilecek en büyük hakaret olabilir belki de. Bir öykünün sonunda her şeyi rüyaya bağlamak, "Bu öyküye bir son yazamadım" demenin en basit şekli de olabilir. Ama ben ejderhaların, büyücülerin, uçmanın gerçekliğine hiç değilse kitaplarda inanmak istiyorum. Yazarın yarattığı fantastik dünyasının arkasında durması, beni çok mutlu ediyor. J.K Rowling'i, Guin'i, J.R.R Tolkien'i ya da King'i başarılı yapan bu. Yarattığı fantastik gerçekliğin gerçek olduğuna inançları. Her şeyi rüyaya bağlamayacak kadar cesareti olan her yazara selam olsun:)</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Rüya konusunun bu kadar bilinmez olması, insanları paranoyaya sürüklüyor. Ya yaşadıklarımız bir rüyaysa? Özellikle Inception gibi efekt konusunda aşmış ama diğer her konuda çok abartıldığını düşündüğüm filmin bünyelerde paranoya yarattığının inkar edemeyeceğim. Aynı paranoyayı Truman Show'u izleyip değişik bir adaptasyonla yaşamak mümkün. Ya hayatımız bir showsa? Hayatım Truman Show tarzı bir şeyse izleyicilerimin pazar günleri dışında sıkıldığını sanmam. Ya da yağmurlu gri havalar dışında. Hemen her konuya isyan eden televizyon seyircisi hava gri olduğunda ve yataktan kalkmadığımda yapımcıma isyan ediyor olabilir: "Şu Allah'ın cezası havayı düzeltin de, şu kız bir haraketlensin, sıkıldık be!"</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Finansbank reklamında Mustafa Keser'i oynatan reklamcıyla Pepsi reklamında Bülent Ersoy'u oynatan reklamcı aynı değilse, ben de hiçbir şey bilmiyorum. Ya da Finansbank'ın reklamını örneğin Garanti Bankası, Pepsi'nin reklamını Coca Cola çekmiş de olabilir. Bu olanları başka türlü açıklayamıyorum. Peki Okan Bayülgen'in "Bin dakika, bin dakika!" diye çıkış yaptığı "o şey" de nedir? Of tanrım, keşke bunlar bir rüya olsa.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<a href="http://www.2dayblog.com/images/2011/july/550x-unicorn-dream.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://www.2dayblog.com/images/2011/july/550x-unicorn-dream.jpg" width="320" /></a>Türkiye'de uzay çalışmalarının yeterince ileri düzeyde olmamasının nedenini keşfetmiş bulunuyorum: Meslek seçimini 18 yaşımızda yapıyor olmamız. Eğer meslek seçimi 6 yaşında yapılıyor olsaydı Türkiye'nin bir sürü astronotu olacaktı. Ama bu durumda mesela mühendis sayısı ne olurdu bilmiyorum. Biraz mühendis... Ve tek amaçları: Kendilerine Transformers üretmeye çalışmak. İşte öyle bir şey, bilemedim ki şimdi.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Son söz olarak: Düşünülebilen her şey gerçektir, rüya diye bir şey yok. Gerçi şimdi rüya düşünebiliyorsak, rüya da gerçektir. O zaman rüya da vardır. Ama rüya varsa, ne gerçek? Bunu bilemeyiz. Bildiğimiz bir şey varsa Unicorn diye bir şey vardır. Ama şişmandır. Bu yüzden ona gergedan deriz. O zaman herkese gerçeğinin rüya güzelliğinde olduğu günler dilerim. Tabi dilek gerçek bir şeyse. Ya da... Evet. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-77874495014986689032012-06-07T01:27:00.002+03:002012-06-07T01:35:30.972+03:00Ölüler, Prensipler ve Boşvermek"Boşver" anlamındaki en güzel kelimenin -ki aslında söz öbeği sayılır- bir küfür olması dolayısıyla her an, her yerde ve herkesin yanında kullanılamıyor olması çok kötü. Çünkü boşvermek aslında direk olarak hayata, duruma ya da en azından o ana küfretmektir. Bence insanların bazı küfürler konusundaki ön yargılarını yıkmaları gerekiyor. Yani küfür yerine yıldız, kare, ünlem falan görünce aklınıza papatya tarlası gelmiyor değil mi? Benim de gelmiyor. O zaman boşverin. Ya da ne yapın biliyor musunuz? Bence biliyorsunuz.<br />
<br />
Boşvermek konusundaki girişimin ve çılgın isyanlarımın nedeni aslında şuydu: Boşverme isteği. Hayatla ilgili o kadar meşguliyetimiz var ki, hayatımızı yaşayamıyoruz. Mutlu bir hayat kurmak için çalışırken bizi mutlu eden şeyleri yapamıyoruz. Şu an Jeremy Bentham bu yazımı okuyor olsaydı beni alnımdan öperdi. Sonra ama "Gelecekteki mutluluk şimdiki mutsuzluktan büyükse, mutsuzluğu çekmek akıllıcadır" derdi. Ama ölüler prensip olarak yazılarımı okumaz ve alnımdan öpmezler. Zaten böyle bir olay beni çok korkuturdu. Bu yüzden bu konuda mutsuz değilim. Her neyse. Hayatı düzenlerken arada bir sürü şey kaçırıyoruz. Güllere koşarken kır çiçeklerini ezmek yani. Bir yandan güzel bir film izleyeceğim diye bir sınavı kötü geçirmenin ve ardından pişmanlık ya da gerginlik çekmenin anlamsız olduğunu biliyorum ama bir yandan da şöyle bir gerçek var: şu an izlemediğimiz bir filmi asla bir daha bu halimizle izleyemeyeceğiz. Herakleitos bu yazımı okusa "Tabi bebeğim. Aynı ırmakta iki kere yıkanılmaz." derdi ama ölüler prensip olarak bana bebeğim demezler.<br />
<br />
Bazen her insan gibi beni üzen her haberi önceden algılayıp okumadan geçebilmek, her sözü tahmin edip kulağımı tıkayabilmek istiyorum. En saçma olayın bende en salak çağrışımları yaparak beni üzebildiği her çağrışım öğesini silmek, günde bir kere olsun "boşver" diyebilmek istiyorum. Olmuyor.<br />
<br />
Birine sinir olduğumda, örneğin arkamdaki küçük kız kafama iğrenç bir Kebap 49 balonuyla vurup durduğunda onun balonunu patlatmayı düşünmek, çevremdeki sivri cisimleri taramak yerine bunu boşverebileyim istiyorum. Otoritenin köpeklerinden biri bedenimiz, namusumuz ya da hayatımız üstüne ahkam keserken gülebilmek istiyorum. Gülebilmek, boşvermenin en zararsız ve aynı zamanda en sinir bozucu şekli çünkü. Şimdi Nietzsche sinirimi bozan şeyler konusunda gülebilme isteğimi bilseydi beni onaylar ,"İnsanoğlu o kadar acı çekmiş ki, yalnızca o gülmeyi keşfedebilmiş" derdi. Ne yazık ki ölü insanlar beni onaylamazlar. Bu bir prensip.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://encrypted-tbn1.google.com/images?q=tbn:ANd9GcTy40kEoS8ohrkp7zu-L2S1TXAoyqkDVdvkObqtr0Qf8-3v3GH9" imageanchor="1" style="clear: left; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://encrypted-tbn1.google.com/images?q=tbn:ANd9GcTy40kEoS8ohrkp7zu-L2S1TXAoyqkDVdvkObqtr0Qf8-3v3GH9" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Rasputin'le fiziksel benzerliğimiz de dikkat çekici.</td></tr>
</tbody></table>
Aslında tamamen boşvermek istediğimi de düşünmüyorum. Bazen kendime yalan söylemeyi seviyorum. Küçük mutluluklar getirebiliyor çünkü. İtiraf etmem gerekirse (ki böyle bir şey gerekmiyor) tanıdığım insanların %70'inin doğum günümü Facebook'ta "Bugün Dina'nın doğum günü" yazdığı için kutladığı gerçeğini biliyorum. Bugün profilimi kapatsam ya da sadece bu bilgiyi silsem beni kutlayan insanların sayısının çok düşeceğinin de farkındayım. Ama bunları yapmıyorum. Aslında insanların doğum günümü kutlamalarının önem arz etmediğini düşünmüştüm. Böyle şeylerle barışık biriyimdir sanıyordum. Ama geçen doğum günümde belki de ilk kez insanların senin için "İyi ki doğmuşsun" demesinin ne kadar hoş bir şey olduğunu fark ettim. Yani insanların benim doğum günümü gün-ay-yıl şeklinde bilmelerinden önemli olan şey benim hayatta olmama ya da hayatlarında olmalarına mutlu olmaları. Bu ikisi olmasa bile bana incelik göstermeyi düşünmeleri beni mutlu ediyor. Aslında bu konu bile boşvermişlik olabilir. Çünkü insanların benim hakkımda bildiklerini değil, benim hakkımda hissettiklerini önemsiyorum. Mesela şu an Rasputin olsaydı doğum günümüzü birlikte kutlardık. Ben ona "Ra- ra- Rasputin" şarkısını söyleyerek nefretini kazanırdım. Ama prensip olarak ölüler doğum günlerini benimle kutlamaz. O değil de defalarca siyanürle zehirlendiği halde tatlı yiyerek kurtulmuş Rasputin'in 22 Ocak doğumlu bir kova olması beni hiç şaşırtmıyor. Kova şansı, 22 Ocak boğazı. Hell yes.<br />
<br />
Boşvermekle ilgili en güzel kelimenin küfür olmasının şöyle tatlı bir yanı var: kelime esprileri. Mesela şu an her şeyi boşversem, yarın kağıdı boş vereceğim. İşte küfür kısmı burada devreye giriyor. O zaman hem kağıda bakarak hem de kağıda bakmadığın bir anda küfredebiliyorsun. Tabi hayatla ilgili umudunu kaybetmemek gerekiyor. Rasputin, defalarca zehirlendi -ki nasıl kurtulduğuna hakimsiniz:D-, vuruldu, dövülüp donmuş nehirlere atıldı ama hipotermiden öldü:D Donmuş nehirde alnında bir kurşunla ölü bulunduğunda nehre atılmadan yaşıyor olduğunu farkettiler. Adam resmen ölüme boşver demiş, ben tatlıya boşver diyemiyorum:) Neyse belki gün gelir beni siyanürlü bir ölümden kurtaran karamelli - muzlu bir pasta dilimi olur, bunu bilemeyiz. Kendimi küçük yalanlarla avutmayı sevdiğimi söylemiş miydim? Anton Çehov şu an yanımda olsa bana tiksinerek bakar ve "Yalan kadar insanı alçaltan bir şey yoktur." derdi. Ben de ona "Oğlum bi' git allasen, Vişne Bahçesi neydi öyle? Ben öyle kitap yazsam insan içine çıkmam, sen çıkmışsın bana insanlık dersi veriyorsun. Sende de yüz varmış!" derim. Ama benim de prensiplerim vardır, ölülere sert çıkışlar yapmam. Ama prensiplerimi boşvermeyi düşünüyorum, ya da daha güzel bir ifadeyle... Hayır, prensip olarak blogumda küfretmem.Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-32641517434597158012012-05-13T02:45:00.002+03:002012-05-14T00:38:58.210+03:00Yanıtsız Sorular<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://encrypted-tbn1.google.com/images?q=tbn:ANd9GcSU3-PbGwGOcXG3N8oI2XB6w_VFson31E2FvG9WsF9FK_R-KDHu" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://encrypted-tbn1.google.com/images?q=tbn:ANd9GcSU3-PbGwGOcXG3N8oI2XB6w_VFson31E2FvG9WsF9FK_R-KDHu" /></a></div>
<div style="text-align: left;">
Yaşadığım 20 yıl bana hayatla ilgili bazı sorulara yanıt bulma şansı tanıdı. Ama bazı sorular benim için hep cevapsız kaldı ve korkarım öyle kalacaklar.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Örneğin, ben küçükken Coca-Cola Tangle diye bir şey veriyordu bilmem kaç tane siyah açma halkasına. O ne işe yarıyordu? Bilen gelsin Allah aşkına. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Ne kadar yaşasam anlam veremeyeceğim başka bir şey varsa o da Serdar Ortaç şarkılarının sözleridir. Bildiğim kadarıyla Serdar Ortaç'ın sorunu kumardı, uyuşturucu değil. Öyle ise "Melek misin yoksa gümüş söğüt dalı mı?" gibi bir söz hangi kafayla yazılmıştır ki? Maça kızı kafası ya da sinek yedili sarhoşluğu falan diye bir şey var ben mi bilmiyorum, nedir yani. Aslında Serdar Ortaç şarkılarını sorgulamayı yıllar önce bırakmıştım. Bu şarkılar benim için müzikal değer ya da duygu taşımaktan öte, cemre düşmesi gibi şeyler olmuşlardı. Serdar Ortaç şarkısı duyunca yazın geldiğini anlıyordum. Serdar Ortaç'ın albüm çıkarmadığı yazlar -var mı böyle bir şey?- biraz daha eksik, daha soğuk ve anlamsız geçiyordu. Serdar Ortaç'ın klibinde oynattığı dansçı Ukraynalı/Rus/Polonyalı kızı sonra yanında sevgilisi olarak görmeyince üzülüyor, eski neşem kalmıyordu. Lakin... Bu süreç bugün bir mağazada onun yeni bir şarkısını duyunca yeniden başa sardı. Şarkı sözlerindeki anlamsızlık benliğimi sarıp beni kuruturken beynim şu sözlerin esareti altındaydı:</div>
<div style="text-align: left;">
<span style="line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;"></span><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">deli günler geldi geçti</span><br />
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">çok yoruldum ağlamaktan</span><br />
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">en azından ağlatıyorsun</span><br />
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">*</span><br />
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">haber aldım gökyüzünden</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">yağacakmış kar bu hafta</span><br />
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">en azından yaklaşıyorsun</span><br />
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">*</span><br />
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">ayrıldık kime hesap sorsam bilmiyor</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">yeni bir aşk buldum dinmiyor</span><br />
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">içime taht kurdun gidemiyorsun</span></div>
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">
</span><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">*</span><br />
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">haksızlık yakalandım artık aşka</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">tasalandı derdi başka</span><br />
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">beni üzmek en derinden</span></div>
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">
</span><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">*</span><br />
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">aşkımdın ne güzeldin eski çağda</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">ne büyüktü tutkun ayda</span><br />
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">çıkacak bu kalp yerinden</span></div>
<span style="font-family: inherit;"><span style="line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">
</span></span><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;"><br /></span><br />
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">Tek tesellim bu sözlerim ezberimden değil internet arayıp yazmış olmamdayken yazın henüz yeni başladığını ve yaz bitene kadar bu şarkıyı muhtemelen ezberlemiş olacağımı düşünerek korkuyla ürperdim.</span></div>
</div>
<span style="font-family: inherit;"><span style="line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">
</span></span><br />
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;"><br /></span><br />
<span style="font-family: inherit; line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">Yıllardır anlayamadığım başka bir şeyse ilk defa duyduğum bir şarkının en azından nakaratını ezberleyebilen beynimin niçin olup da yıllardır defalarca duyduğum bir şey örneği Osmanlı padişahları sırasını ezberleyemiyor oluşuydu. Beynimin çalışma prensibi canımı sıkmakla birlikte bu durum bir konsere gittiğimde işe yarıyordu. Çünkü kimse konserde "Osman Bey, Orhan Bey, Birinci Murat!" diye bağırmak istemez. Bu, eğlenme prensiplerine aykırı bir şey. Belki beynim eğlenmeye programlanmıştır. Ya da şöyle mutlu olabilirim: Bir sürü şarkının nakaratını ve Osmanlı padişahlarının ilk üçünü ezbere biliyorum. Böyle daha mutluyum.</span></div>
<span style="font-family: inherit;"><span style="line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">
</span></span><br />
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: inherit;"><span style="line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;"><br /></span></span></div>
<span style="font-family: inherit;"><span style="line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">
</span></span><br />
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: inherit;"><span style="line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">Kitaplar kuşkusuz ki anlamlıdır. Yani genellikle. Bazı kitaplar edebi değerlerinden ötürü bitirildiğinde "Bu neydi be şimdi?" dedirtebilir. Ama benim hayatımdaki sorulardan biri bitirdiğim bir kitap yüzünden değil. Bırakın bitirmeyi elime bile almadığım kitap yüzünden. Ama soru benzer. "Bu ne be?" Soru buyken, kitap şu:</span></span></div>
<span style="font-family: inherit;"><span style="line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">
</span></span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: inherit;"><span style="line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;"><a href="http://4.bp.blogspot.com/_OgfeaqXxQn0/TJtBRqG4gdI/AAAAAAAABH0/G33Zqc41YqU/s1600/petrock3.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://4.bp.blogspot.com/_OgfeaqXxQn0/TJtBRqG4gdI/AAAAAAAABH0/G33Zqc41YqU/s320/petrock3.jpg" width="238" /></a></span></span></div>
<span style="font-family: inherit;"><span style="line-height: 18px; text-align: -webkit-auto;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Ben yıllar yılı elektrik düğmesini açık ve kapalı konumları arasında dengede tutmaya çalışıp ne olduğunu gözlemleyen milyonlarca insandan sadece biri olduğumu biliyorum. Kim bilir şu günlerde bunu deneyen kaç çocuk vardır? Ve onlar büyüdüklerinde hala bir sürü çocuk olacak bunu yapan. Aslında fotoselli ışıkların yaygınlaşıyor olması bu konuda canımı sıkıyor. Yeni nesil bu zevki ve deney - gözlem aşkını yaşamadan büyümemeli. Fotoselli ışıklar zaten başlı başına sorun. Tuvaletlerdeki fotoselli ışıklar bazen canımı sıkıyor. Tuvalette koşan falan insanlar var sanırım iki saniyede sönen ışıklar olduğuna göre. Karanlık korkum ile vücudumun rutin ihtiyaçları arasında gidip geliyorum bazen. Sonuç olarak kendimi tuvalette Karadeniz yöresinden halk oyunları sergilerken buluyorum. Hayat böyle bir şey. Asıl üzücü olansa bir neslin telefonlar konuşurken elini kabloya dolama zevkini yaşamadan büyüyor olması. </div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="" style="clear: both; text-align: left;">
Günümüz dünyasının vebası hiç şüphe yok ki Pitbull. Pitbull dediğimiz şahsiyet inanılmaz bir hızla bütün ünlü şarkıcılarla düet yapıyor. Bütün şarkıları ne olduğunu asla anlamadığım sözleri hızlı hızlı söylemek suretiyle kesip araya giriyor. Onun ne ara çıktığına dair hiç bir fikrim yok ve... Pitbull... Çık git şarkılardan bebeğim. Ne ara düet yaptın bu insanlarla?</div>
<div class="" style="clear: both; text-align: left;">
</div>
<div class="" style="clear: both; text-align: left;">
<a href="https://encrypted-tbn2.google.com/images?q=tbn:ANd9GcScOcdhPdJSVvVN-HQyTObVB8ppwFRfYB39Rn1SvlFh_UwXCw5hZA" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://encrypted-tbn2.google.com/images?q=tbn:ANd9GcScOcdhPdJSVvVN-HQyTObVB8ppwFRfYB39Rn1SvlFh_UwXCw5hZA" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: left;">
Aztek dilinde çok sarhoş olmanın "400 tavşan kadar sarhoş olmak" demek olduğunu öğrendiğimden beri 400 tavşanın ne kadar sarhoş olabileceğini düşünmeden edemiyorum. Gerçi bir tavşanın bile ne denli sarhoş olabileceği konusunda yeterince fikrim olmadığından düşüncelerim hep bir yerde tıkanıp, düğümleniyor. Belki de asıl merak edilmesi gereken hangi Azteklinin çıkıp da neden böyle bir şey söylediği. Bir de bu işin doğrusu Aztekli mi Aztek mi o konuda bir emin olamıyorum. Aynı konu Yunanlı/ Yunan için de var. Mesela Türkmenistan'dan olan biri Türkmen diyoruz. Çünkü Türkmenistan, Türkmen ülkesi demek. O halde Yunanistan'dan birine Yunanlı demek niye? Hindistan'dan olan adama Hintli demek niye? Kim icat etti bu dil kurallarını? Ne yapıyordunuz dil ortaya çıkarken bilmiyorum ki? Herkes mi 400 tavşan kadar sarhoştu?!</div>
</span></span></div>
<div style="text-align: center;">
<div>
<br /></div>
</div>Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-57117453301101185912012-05-01T01:10:00.000+03:002012-05-01T01:10:40.816+03:00Beni bu güzel havalar mahvetti.Şimdi ben lisedeyken de aynı böyleydi. Derin derin düşünüyorum sanıyorlardı. Beni dışarıdan gören Quantum fiziğine yeni bir bakış açısı getirdiğimi ya da Rönesans tablolarına gizlenmiş mini sembolleri bulmaya çalıştığımı düşünebilirdi. Ama ben böyle işleri kışın yapardım. Kış öğleden sonraları, depresyona girmek, popomun yarıçapını genişletmek için uygun, asitliği düzenlenmiş ve sitrik asitle zenginleştirilmiş doğala ödeş aromaları bulunan saçma şeyleri yemek ve Quantum fiziği ve Rönesans sanatı hakkında düşünmek için uygun zamanlardı. Bense her kış bu belirttiğim aktiviteleri, bu belirttiğim sırayla yapıyordum. Her bahar geldiğinde kendimi şişmanlamış ve aydınlanmış halde buluyordum. Ama ben baharları prensip olarak düşünmem. Lisedeyken de böyleydi. Beni derin derin düşünüyorum sanıyorlardı. Oysa ben bu güzel havaların mahvettiği onlarca, yüzlerce, binlerce kişiden biriydim.<br />
<br />
Biz güzel havaların mahvettiği kişiler olarak topluca her bahar karizmalarımızı çizdiriyor, beynimizi aldırıyor ve kilolarımızı vermeye uğraşıyorduk. Bütün sonbahar iPodlarımızı dolduran alternative rock şarkılarını dinleyerek gri gökyüzüne bakıp "eski güzel günlerin" anılarını düşünmüş, lisede hiç sahip olmadığımız mükemmel arkadaşlıkları ya da genel olarak insanların nasıl iğrenç varlıklar olduğunu düşünüp durmuştuk. Yağmur her yağdığında One More Cup of Coffee açıp camlara şap şap vuran yağmura "Sadakatin bana değil, gökteki yıldızlaraydı" cümlesini İngilizce olarak fısıldamış, otobüste giderken elektrik direklerinin önümüzden sırayla geçişini şiirsel bulmuş, "Ulan klip yönetmeni olsam bunu kullanırdım" demiştik. Ama... Baharın gelişi bize La Isla Bonita ile gelmişti. Yağmur yağdığında o kışınki derinliği yakalamak imkansız bir hal almıştı artık. Daha iki ay önce yağmurda hayatın manasını bulan "Aslında hepimiz yağmur damlası gibiyiz. Birbirimize değmeden iniyoruz gökyüzünden ve yere düşüyoruz en sonunda." gibi şiirsel çıkarımlar yapan bizler şimdi, "Yaaa pikniğe gidecektik baba biz, yağmur yağıyor, hale bak!" insanları olmuş çıkmıştık. İlmiklerine tırnaklarımızı takıp düşündüğümüz kazaklarımız yerini turkuaz "Free Surfer!" yazılı tişörtlere bıraktığından beri sanki kişiliklerimiz değişmişti. Sanki güneş her sabah düzenli olarak damarlarımıza yaşam enerjisi zerk ediyordu.<br />
<br />
Baharın gelişi ağaçlara çiçekler, dallara meyveler ve bize öküzlük getirir. Güzel havaların mahvetmediği insanlar, bahar geldikten sonra da kıştaki halleriyle kalabilirler. Ama baharca mahvedilmiş insanlarla araları eskisi gibi olamaz. Çünkü kendini durmaksızın Madonna'nın 90larda çıkan şarkılarının nakaratlarını tekrarlarken bulan bu canlı, günden güne öküze bağlamaktadır.<br />
<i>- Aslında hayat bir tiyatro sahnesi gibi, bizler oyun muyuz oyuncu muyuz belli değil. Hayatın tadını almak için...</i><br />
<i>- Tat almak dedin de, yeşil erik çıktı mı ya? Of şimdi onun fiyatı da, var ya üç aile birleşsek alırız ancak.</i><br />
Bu tür koşullar göz önüne alındığında bahar gruplarını ve kış gruplarını kolaylıkla ayırt edebilirsiniz. Bu gruplar tıpkı iki denizin suyu gibidirler. Birbirlerine katiyyetle karışmazlar. Doğanın böyle bir dengesi vardır. Doğa böyle kusursuz bir şeydir işte.<br />
<br />
Doğa kusursuzdur. Her şey kusursuzdu. Ama bizi bu güzel havalar mahvetti. Bizi derin derin düşünüyor sanıyorlar. Olaylar lisede de böyleydi. Rönesans tablolarını rahatsız edici bulan eminim ki benden başka insanlar da vardır. Ama... Söz konusu tablolarda kadınların şeytani çizilmesi, beni önümüzdeki kışa kadar hiç rahatsız etmeyecek.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://questgarden.com/104/11/3/100525165848/images/renaissance-art-300.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://questgarden.com/104/11/3/100525165848/images/renaissance-art-300.jpg" /></a></div>
<br />Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-53504930870037209262012-02-19T21:33:00.003+02:002012-02-19T22:10:14.574+02:00Fanlı Alabalık<a href="data:image/jpeg;base64,/9j/4AAQSkZJRgABAQAAAQABAAD/2wCEAAkGBhQRDxUSEhMQFRAQFRIQGBYTGRMUFhESFBUXFRgUFBIZJzIeFxojGhISHzIgLycpLC0tFR4yNTAqNiYrLCkBCQoKDgwNGg8PGS8lHCIqKjUtLyk1NS8sLCw1NSoqLCwtLTU1KTUsMikqLCwpKTUsLCkpKSkpLCkpKSksKSk1LP/AABEIAMIBAwMBIgACEQEDEQH/xAAcAAEBAQADAQEBAAAAAAAAAAAABgcBBAUDAgj/xABJEAABAwEDCQQHBwIDBQkAAAABAAIDEQQS0QUGExchMVJTkQcVQZIWIlFhcYGTFCMyM3KxskLBc6GzJFR0tPAlJjQ1Q4KEwsP/xAAaAQEAAwEBAQAAAAAAAAAAAAAAAwQFAgEG/8QALhEAAQIFAwIGAgEFAAAAAAAAAAECAxESE1EEFFJhoSExMjNBYoHB8AUicZHh/9oADAMBAAIRAxEAPwD66zbfzWfTjwTWbb+az6ceClkW5Zh8UKFbslTrNt/NZ9OPBNZtv5rPpx4KWRLMPigrdkqdZtv5rPpx4JrNt/NZ9OPBSyJZh8UFbslTrNt/NZ9OPBNZtv5rPpx4KWRLMPigrdkqdZtv5rPpx4JrNt/NZ9OPBSyJZh8UFbslTrNt/NZ9OPBNZtv5rPpx4KWRLMPigrdkqdZtv5rPpx4JrNt/NZ9OPBSyJZh8UFbslTrNt/NZ9OPBNZtv5rPpx4KWRLMPigrdkqdZtv5rPpx4JrNt/NZ9OPBSyJZh8UFbslTrNt/NZ9OPBNZtv5rPpx4KWRLMPigrdkqdZtv5rPpx4JrNt/NZ9OPBSyJZh8UFbslTrNt/NZ9OPBNZtv5rPpx4KWRLMPigrdkqdZtv5rPpx4JrNt/NZ9OPBSyJZh8UFbslTrNt/NZ9OPBNZtv5rPpx4KWRLMPigrdkqdZtv5rPpx4JrNt/NZ9OPBSyJZh8UFbsl7krtbnaQJ445G+JZ6j/AI8J/wAlo+Q8vw2yPSQuqBsIOxzD7HN8F/Pa9LN/L0ljnbLGTsoHN8JGV2tP/WwqCLpWuSbfBTtkVU8z+g0XXsFtbNEyVhqyRoePgRVFleRcP5yREX0JmhERAEREAREQBERAEREAREQBERAEREAREQBERAEREAREQBERAEREAREQFZkPPeSz2dkQdsZepu8XF390Us3cihWCxVnI9rdk/C7EOT5HtvNaS07K7PD4rrrS+ytgLH1AOw7wD/WV5HiLDbNDuG1HLJTP+6ZeA9W4p3TLwHq3Fb9oW8DPKE0LeBnlCpb1+EJ7DcmA90y8B6txTumXgPVuK32RrGguc2MNaC4khoAAFSSfZRdOy5Wssrrkclme8gkNYY3EgbSaBN6/CCwhh3dMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3J/Pk9iewAvaQDsG7bT4L4q87WGgTRUAAu+AA8SoNXoL1iMRyld7aXSP23ciN3IpSM/C0zsq/A/wCH/wByszWldlp+7f8AA/zKqaz2/wAk8H1GgVUXnHYZYZNJ9ptOhlcG0EjrzZXucbobuDAArG8pPK+S7ZLKXn7Nom1utc99wBriRIWnYH0O9YGqarmSaiz6Gxo3I181VETqdC1WN9zbabUQ5u0GQkEEGoI8Qvnm1k9sOULPd/8AVhmea02EAigp4L4Wq02l0+gb9jc7RaSrXuc27W7S8Dv9y/ebmS2zSSm02l8M1nfoW6KRrPVIqQ0v20qabKKLTaOM1a4nl3/0SajVsVtDV8TRqpVSsdidZcowxCe0yslimeRM8u2tFBQblT3lfM8/dUqsz7ZcrTQNs2hlmjvfaK6N72XqCKlbp20qeq87OKV9hbZZ7Nb7XaZXysvQyTmZrvUv3THH6xBcKUQGu1SqmbZntHZrNZ5LQ2TS2lkR0ULbzw98d4jRE3gKhw8doouMk9oFmtE+gDbRFIWl4+0MEIcKhtAXHaSXbBTbQ+xAU9UqpzLufFnskrYniaSV4cbtnaJXNu0qHtBq07a0ovvkfOuK0RvkDZoWRFrSbSzQVLgaXS40O6nxIQHuVSqiW9rFlLL+it+j49B6m+n471N+zevUzhz3s1iZG+QveyYvDTCGyAllL1TWn9Q/zQFFVKqPh7TrM58bDHbI9M5sbXyxaOOrtxL3GlPGvsX1k7RrM2cQubaW3pdAJHRhsLnF128JiaFnje9m1AVdUqvEy9nZBY4mySOLg8tDWxXXveH1o5ra+s3ZvC6WS+0GzTziC7aIpHNLx9pYIQQCBQFx2kk7PgUBUVSq/F5TuWM+YrNM6F8Nte5oab0ULpGG80OFHg7d+33oClqlV5OQM5IbbCJYXGhvC666Hto4tq5gJoCQae1THa9lKWGxRuhkkjcZw0mNzmEjRSGhLTWlQNnuQF7VKqDyHkOM6CU5VtrnnQyGN1qjc1zzdcYyzeQTspvXvZezujsb2sfFa3l7b4METpWgVIo4g7Ds3ID3qpVeBkPPKC1tkMeka6EuDmSgRyeq28SI61IH7rx7N2s2SQVjit76Urcgv0rurdds8eiAt6pVeZkPL0VrhbNC71XbbrroezaRR7ATdPqleheQGadrH50X6P7lQau+1Y/fRfp/uVCLY0vtJ+SlF9Z+27kRu5FYIT8LSey8/dv+B/mVmy0fsyP3b/gf5lVNZ7f5J4PqLy8upljbZpgNpMMwoNpJMbtgC+9UvLLTwUuEPm79naWtZGWWjRNL6skYSPVDjV2w+t+y6WcEcEheIonOtLZWBzmRyuobwLqvAu7lU5YzbM84nbaJIniMReo1rqtDi7efef8AJdLI1ntlifMI4mWgTSX9JJIyNzqClS0e1W7zU/un44IKF8j0M5J9FlKzyubIY2wztJYx8lC7YK3QV61it7JoxJGasdWhoRWhIOw+8FeW/LtvII+xw7QR+e1fTNqwugskcTxRzA4HaDve4jaNm4hUyche3E+rZf8A5P7RLp58ZPs1ngsklgbCy1aVhrZyHyV0RcPVBJrfp4b1pWVchQWq79ohZLo63b9fVvUrSntujoupZcy7FFI2SOywskjIe1zQ4FrgagjagM9zqZJJb8mPfJJE+Sz2MOnIoY5S5znOJd6t8El1CvcnzHintEU02VdPLE6O7fNnJIY++GCjvE16qzyrkeG1NDLREyVrTeAfUgOpSuzxoSvPizGsDXBzbJAHNIcCA6oc01BG3wICAibCdFnRK+T7tjn2ghz/AFGuBhIqHOoDtNFUdpMwnyVMIiJSHQbIiJSPvWncyvgCfkvaytm/Z7UWm0QxylgIaX1N0E1IFD7QF+8lZEgsocLPEyISEFwZUXiAQCfkT1QGf2O3M9Fnx6SPSFkvqXm3qm1E/grXdt3KazlhczIuT2ua5rg+3Va4FpFZAdrTtC1QZhZP/wBzs/R2K9HK2RILUGi0RMlDKlt+pul1K0ofGg6ICH7VzXJdj/XF/wAs5dLP0/8AYWTh7rP/AMs5aJlLIVntDWMniZI2P8IdWjdlNlD7AFxa8gWeWJkMkMb4YrtxhrdZdbdFNvg00QGR53Wdx7rcLzWix2NmkAN2Nxfs9bcCN9K+Cq7ZmNFPPHLPlbTSRFt2/wDZiSGvvBoo7xP7qztORIJIG2eSJjoGXbsZrdbcFG0HuGxefHmJYGkOFjs4c0hwNHbCDUHf7QgKNztvzWW5Hy/asoWqfSW2XJzY2xFsQLAKnYaaWh23b3/uWmly8nKOadktEhlms8UkjqAueCSboAHj4AAICB7E/wA+1f4cP83r2O2k/wCwRf8AEN/0pVV5Lzfs9lLjZ4Y4i8AOLK+sBtANT7yvrlTJENpYGTxskY03w19aB1CK7Pc49UB5GQ8zLE2KCUWWDShkMofR14SXWuvb997apzKOcVptOVnWX7RLYIYhO0PaWgTaN/qv+8AG3dsNNi0SJga0NaAGtAaAPBoFAB8gF5+Vc3LNanB1ogjlcwXQX1N1ta0G32lAZdmlHdy3aQZNMRHbhpTdrL6v49mzbv2L1+wt1GWn42X9pVbWDNSyQPvw2eJj7rmVaDW64Uc3fuIX3yTkKCy3vs8LIr929cr612t2tfZePVAQnYtvtn6oP/2WnXl5uS8hwWa9oImR6Shdcr6xbWla/qd1XeqgM67VD97F+n+5UKrjtS/Ni/TiodbGl9pClF9Z+27kRu5FYIT8K+7P7eyKImRwaHVArXaQ+vgoFKqKNCuNpmSMfSsza/SKDmt6OwT0ig5rejsFil5LyqbL7dia/wBDa/SKDmt6OwT0ig5rejsFil5LybL7dhf6G1+kUHNb0dgnpFBzW9HYLFLyXk2X27C/0Nr9IoOa3o7BPSKDmt6OwWKXkvJsvt2F/obX6RQc1vR2CekUHNb0dgsUvJeTZfbsL/Q2v0ig5rejsE9IoOa3o7BYpeS8my+3YX+htfpFBzW9HYLq5Sy+wxkRS+vVv4ag0rt3hZA1jiCQCQ0VNK7B7T7F6Obp/wBoH6Xfsoo2kphudV5IWdLFR0diKnmqGhZMy0Q+s0huUP4qkV8Ny9b0ig5rejsFn+cf5B/U1SzWk1oCaCppU0HtKh0mnuw6lX5LX9SckOPS1PhP2bT6RQc1vR2CekUHNb0dgsUvJeVvZfbsZl/obX6RQc1vR2CekUHNb0dgsUvJeTZfbsL/AENr9IoOa3o7BPSKDmt6OwWKXkvJsvt2F/obX6RQc1vR2CekUHNb0dgsUvJeTZfbsL/Q2v0ig5rejsE9IoOa3o7BYpeS8my+3YX+htfpFBzW9HYJ6RQc1vR2CxS8l5Nl9uwv9Cx7RbYyV8bmODm0Laiu8eG34hRyVRXIUO2ykhe6pZn7buRG7kUhGfhEVDm9mg62MLmOoW7waDxIG0/Arl8RrEm47a1XLJCeRW2q6biHVqarpuIdWqHdQsndp+CJRW2q6biHVqarpuIdWpuoWRafgiUVtqum4h1amq6biHVqbqFkWn4IlFbarpuIdWpqum4h1am6hZFp+CJRW2q6biHVqarpuIdWpuoWRafgiUVtqum4h1amq6biHVqbqFkWn4PjkiGMRC5Qg7z4k+NV8IMkaK0B7PwEOFOEkeHuXs5OzAtELqhwLTvFW0Pv+K/drsjonljxRw2+4j2g+IWJGe6G91Lpo4+o0iwtQxqObJzJSl+ui/J5WWbKZIrjd5c35D2r6WHJzYmXRtJ3k7yV213J81bRLH6tGX9u0gOp8Du/6+ULHuc1IU5JMsx0hQXLHck3Skn/AD9kBlVjBKRHu8fYD7AumrbVdNxDq1NV03EOrVvs1ENrUSqZ8i9jnOV0pTwRKK21XTcQ6tTVdNxDq1dbqFk4tPwRKK21XTcQ6tTVdNxDq1N1CyLT8ESittV03EOrU1XTcQ6tTdQsi0/BEorbVdNxDq1NV03EOrU3ULItPwRKK21XTcQ6tTVdNxDq1N1CyLT8ESi9rOTNl1jLA91XPqfDd8R8CvFUzHo9JocKitWShERdnIWmdlv5T/l/J6zNaZ2W/lP+X8nqnrPb/JNB9RdIiLKLgREQBERAEREARFOZ5zGSL7JHttFobeYBQkhjg4+qd+xp8fBdNbUsjxVkkztZIzrgtMpij0t9oc4323RRpAO2vtcF7KkLflNlnyyDNI1jPsTG1duvaTd/keiprFlGOZt6J7Xt2bW7d+79l3EZKSongctdPwU7K6eU8mNnZddsI2td4tP9x7QvrbrdHDG6WV7WRsoXOduaCQBX5kD5r5ZLyxDaWF8ErJWNdcJZWgdQGm3xo4H5qFUn4KStcrFqb5nmZHzcuOvy0JafVaNo2f1n2+4f33e+vJyjnXZLPJoprRFHIADdcTWjhUHd4rw8udon2bKLbFoC4udAzSaS7TTForcunde9u2ngvGtRqSQ7jRnxnVOLJERdEQREQBERAEREAREQBERAZt2r/mQ/pP8AJygle9q/5sP6T+7lBLY0vtIUovrCIiskQWmdln5T/l/JyzNaZ2W/lP8Al/Jyp6z2/wAk0H1F0iIsouBERAEREAXiZ5210NglkYSHt0dCCQRWRg3jbuJXtqez+YTk2YAEn7rd/isUkP1p/lDl3pUhBNMZIGi1237+WKI/eP8AVEhAJbt3iq1DIea7bOS50klokrVsk9HvjBFC1j97Wnbs95WSi3Bslnc313RzQvuMILnFrgboHtJFPiVplkz2Lj97ZbRANorNRo3e0++g+auahrpJSQQ1T5PdteRoJXXpIYXvpS89jHGg3CpFabT1Unmm0NtmUGN2MZNEGtGxrBR+xrRsAVGM6rJ/vVlr7NLHivDzasxFqtsu+O0SxvjcPwyNAf6zXbnDaNoVVJoxyL/PFCVZVJI/HaR/5Taf0R/60a8PsW/8BL/xLv8ASiXvdosZdkq0hoJJaygAJJ+9j3AKF7PM7G2CzPims9tLnymUaOIuF0sY3aXEbasKhJDu5+54Ns2UHRGw2GYhkTtJMy883m1oXeweC8rPkf8AeSP/ABbB+8a8/tEv2jKAnjinuSwWZ4qx1QHRg0cBUAiu0VXodoOS3TZeDbkpjkdZGFzWu2Ndca4h4FAQCdvggLDOXtAdFbGWOxsjmtTnuieyW/GGuutcwNfsaahzvHwC++deff2CzMvtZ9ukjjk0JvmOpcGyDSN2Ub69Nu2g3qYdY5ch268xulsVqeKhrXTztjhaN5oA1xdKfE1A9y+nankWS1xQW6IfdMhYCxwdpqzPBH3YBGy+K7dlCgO7bs9spw2QWt9isgs7mxvDtI41EtAz1Q6u0vb4eKtMhZditkImgcXMqWVLXN9ZtKijhXxCyCyWbJuiYJYMtGS4y/daLl8NF66D/TerRaXmDHA2xUsrLSyHSSeraQBJe9WpoP6d1PmgKRERAEREAREQBERAZr2r/mw/pP7uUGrztX/Nh/Sf3coNbGl9pClF9YREVkiC0zst/Kf8v5OWZqrzUzvZY4iC0uc74gAVJ3+O9VdU1XMkifJLCVEd4mtooDWq3lDq7BNareUOrsFm2YnFS1W3JfooDWq3lDq7BNareUOrsEsxOKituS/RQGtVvKHV2Ca1W8odXYJZicVFbcl+vzJGHCjgCD4EAg/IqC1qt5Q6uwTWq3lDq7BLMTiorbktG5JhBBEMAINQRHGCCNtQabCuy+MHYQCPeAVBa1W8odXYJrVbyh1dgvbUTCituS0GSIN+ggr/AIceC7LGBoAAAA2AAAAfABQWtVvKHV2Ca1W8odXYIsKIvworbkvwVzfPtPUrP9areUOrsE1qt5Q6uwXlmJxUVtyaBePtKXveVn+tVvKHV2Ca1W8odXYJZicVFbcl+ClVAa1W8odXYJrVbyh1dglmJxUVtyaBfPtPUrglQGtVvKHV2Ca1W8odXYJZicVFbcl+igNareUOrsE1qt5Q6uwSzE4qK25L9FAa1W8odXYJrVbyh1dglmJxUVtyX6KA1qt5Q6uwTWq3lDq7BLMTiorbkv0UBrVbyh1dgmtVvKHV2CWYnFRW3J1O1f8ANh/Sf3Kg1RZ4ZzNtpjcGlpYC0jaR7ag/NTq1NM1Ww0RSpFVFd4BERWCMIiIAiIgCIiAIiIAiIgCIiAIiIAiIgCIiAIiIAiIgCIiAIiIAiIgCIiAIiIAiIgPYztyMbLbJYyPVLi9h9sbySOm0fJeOt0zwzRZbogKhszKlj/jva7xLSsZyvkSayyXJmFp8Dva73tduKrQIyRGy+SWIxWr0OiiIrJEEREAREQBERAEREAREQBERAEREAREQBERAEREAREQBERAEREAREQBERAf0qvlaLO17S17Wuad4cA4H4goi+eNIzLLGSYRO4CGED2BjB/ZdLuyLlReRuC5RaTVWSFWRx3ZFyovI3BO7IuVF5G4LlF1NRI47si5UXkbgndkXKi8jcFyiTUSOO7IuVF5G4J3ZFyovI3Bcok1EjjuyLlReRuCd2RcqLyNwXKJNRI47si5UXkbgndkXKi8jcFyiTUSOO7IuVF5G4J3ZFyovI3Bcok1EjjuyLlReRuCd2RcqLyNwXKJNRI47si5UXkbgndkXKi8jcFyiTUSOO7IuVF5G4J3ZFyovI3Bcok1EjjuyLlReRuCd2RcqLyNwXKJNRI47si5UXkbgndkXKi8jcFyiTUSOO7IuVF5G4J3ZFyovI3Bcok1EjjuyLlReRuCd2RcqLyNwXKJNRI47si5UXkbgndkXKi8jcFyiTUSOO7IuVF5G4LlESaiR/9k="><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 259px; height: 194px;" src="data:image/jpeg;base64,/9j/4AAQSkZJRgABAQAAAQABAAD/2wCEAAkGBhQRDxUSEhMQFRAQFRIQGBYTGRMUFhESFBUXFRgUFBIZJzIeFxojGhISHzIgLycpLC0tFR4yNTAqNiYrLCkBCQoKDgwNGg8PGS8lHCIqKjUtLyk1NS8sLCw1NSoqLCwtLTU1KTUsMikqLCwpKTUsLCkpKSkpLCkpKSksKSk1LP/AABEIAMIBAwMBIgACEQEDEQH/xAAcAAEBAQADAQEBAAAAAAAAAAAABgcBBAUDAgj/xABJEAABAwEDCQQHBwIDBQkAAAABAAIDEQQS0QUGExchMVJTkQcVQZIWIlFhcYGTFCMyM3KxskLBc6GzJFR0tPAlJjQ1Q4KEwsP/xAAaAQEAAwEBAQAAAAAAAAAAAAAAAwQFAgEG/8QALhEAAQIFAwIGAgEFAAAAAAAAAAECAxESE1EEFFJhoSExMjNBYoHB8AUicZHh/9oADAMBAAIRAxEAPwD66zbfzWfTjwTWbb+az6ceClkW5Zh8UKFbslTrNt/NZ9OPBNZtv5rPpx4KWRLMPigrdkqdZtv5rPpx4JrNt/NZ9OPBSyJZh8UFbslTrNt/NZ9OPBNZtv5rPpx4KWRLMPigrdkqdZtv5rPpx4JrNt/NZ9OPBSyJZh8UFbslTrNt/NZ9OPBNZtv5rPpx4KWRLMPigrdkqdZtv5rPpx4JrNt/NZ9OPBSyJZh8UFbslTrNt/NZ9OPBNZtv5rPpx4KWRLMPigrdkqdZtv5rPpx4JrNt/NZ9OPBSyJZh8UFbslTrNt/NZ9OPBNZtv5rPpx4KWRLMPigrdkqdZtv5rPpx4JrNt/NZ9OPBSyJZh8UFbslTrNt/NZ9OPBNZtv5rPpx4KWRLMPigrdkqdZtv5rPpx4JrNt/NZ9OPBSyJZh8UFbslTrNt/NZ9OPBNZtv5rPpx4KWRLMPigrdkqdZtv5rPpx4JrNt/NZ9OPBSyJZh8UFbsl7krtbnaQJ445G+JZ6j/AI8J/wAlo+Q8vw2yPSQuqBsIOxzD7HN8F/Pa9LN/L0ljnbLGTsoHN8JGV2tP/WwqCLpWuSbfBTtkVU8z+g0XXsFtbNEyVhqyRoePgRVFleRcP5yREX0JmhERAEREAREQBERAEREAREQBERAEREAREQBERAEREAREQBERAEREAREQFZkPPeSz2dkQdsZepu8XF390Us3cihWCxVnI9rdk/C7EOT5HtvNaS07K7PD4rrrS+ytgLH1AOw7wD/WV5HiLDbNDuG1HLJTP+6ZeA9W4p3TLwHq3Fb9oW8DPKE0LeBnlCpb1+EJ7DcmA90y8B6txTumXgPVuK32RrGguc2MNaC4khoAAFSSfZRdOy5Wssrrkclme8gkNYY3EgbSaBN6/CCwhh3dMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3JgPdMvAercU7pl4D1bit+0LeBnlCaFvAzyhN6/CCw3J/Pk9iewAvaQDsG7bT4L4q87WGgTRUAAu+AA8SoNXoL1iMRyld7aXSP23ciN3IpSM/C0zsq/A/wCH/wByszWldlp+7f8AA/zKqaz2/wAk8H1GgVUXnHYZYZNJ9ptOhlcG0EjrzZXucbobuDAArG8pPK+S7ZLKXn7Nom1utc99wBriRIWnYH0O9YGqarmSaiz6Gxo3I181VETqdC1WN9zbabUQ5u0GQkEEGoI8Qvnm1k9sOULPd/8AVhmea02EAigp4L4Wq02l0+gb9jc7RaSrXuc27W7S8Dv9y/ebmS2zSSm02l8M1nfoW6KRrPVIqQ0v20qabKKLTaOM1a4nl3/0SajVsVtDV8TRqpVSsdidZcowxCe0yslimeRM8u2tFBQblT3lfM8/dUqsz7ZcrTQNs2hlmjvfaK6N72XqCKlbp20qeq87OKV9hbZZ7Nb7XaZXysvQyTmZrvUv3THH6xBcKUQGu1SqmbZntHZrNZ5LQ2TS2lkR0ULbzw98d4jRE3gKhw8doouMk9oFmtE+gDbRFIWl4+0MEIcKhtAXHaSXbBTbQ+xAU9UqpzLufFnskrYniaSV4cbtnaJXNu0qHtBq07a0ovvkfOuK0RvkDZoWRFrSbSzQVLgaXS40O6nxIQHuVSqiW9rFlLL+it+j49B6m+n471N+zevUzhz3s1iZG+QveyYvDTCGyAllL1TWn9Q/zQFFVKqPh7TrM58bDHbI9M5sbXyxaOOrtxL3GlPGvsX1k7RrM2cQubaW3pdAJHRhsLnF128JiaFnje9m1AVdUqvEy9nZBY4mySOLg8tDWxXXveH1o5ra+s3ZvC6WS+0GzTziC7aIpHNLx9pYIQQCBQFx2kk7PgUBUVSq/F5TuWM+YrNM6F8Nte5oab0ULpGG80OFHg7d+33oClqlV5OQM5IbbCJYXGhvC666Hto4tq5gJoCQae1THa9lKWGxRuhkkjcZw0mNzmEjRSGhLTWlQNnuQF7VKqDyHkOM6CU5VtrnnQyGN1qjc1zzdcYyzeQTspvXvZezujsb2sfFa3l7b4METpWgVIo4g7Ds3ID3qpVeBkPPKC1tkMeka6EuDmSgRyeq28SI61IH7rx7N2s2SQVjit76Urcgv0rurdds8eiAt6pVeZkPL0VrhbNC71XbbrroezaRR7ATdPqleheQGadrH50X6P7lQau+1Y/fRfp/uVCLY0vtJ+SlF9Z+27kRu5FYIT8LSey8/dv+B/mVmy0fsyP3b/gf5lVNZ7f5J4PqLy8upljbZpgNpMMwoNpJMbtgC+9UvLLTwUuEPm79naWtZGWWjRNL6skYSPVDjV2w+t+y6WcEcEheIonOtLZWBzmRyuobwLqvAu7lU5YzbM84nbaJIniMReo1rqtDi7efef8AJdLI1ntlifMI4mWgTSX9JJIyNzqClS0e1W7zU/un44IKF8j0M5J9FlKzyubIY2wztJYx8lC7YK3QV61it7JoxJGasdWhoRWhIOw+8FeW/LtvII+xw7QR+e1fTNqwugskcTxRzA4HaDve4jaNm4hUyche3E+rZf8A5P7RLp58ZPs1ngsklgbCy1aVhrZyHyV0RcPVBJrfp4b1pWVchQWq79ohZLo63b9fVvUrSntujoupZcy7FFI2SOywskjIe1zQ4FrgagjagM9zqZJJb8mPfJJE+Sz2MOnIoY5S5znOJd6t8El1CvcnzHintEU02VdPLE6O7fNnJIY++GCjvE16qzyrkeG1NDLREyVrTeAfUgOpSuzxoSvPizGsDXBzbJAHNIcCA6oc01BG3wICAibCdFnRK+T7tjn2ghz/AFGuBhIqHOoDtNFUdpMwnyVMIiJSHQbIiJSPvWncyvgCfkvaytm/Z7UWm0QxylgIaX1N0E1IFD7QF+8lZEgsocLPEyISEFwZUXiAQCfkT1QGf2O3M9Fnx6SPSFkvqXm3qm1E/grXdt3KazlhczIuT2ua5rg+3Va4FpFZAdrTtC1QZhZP/wBzs/R2K9HK2RILUGi0RMlDKlt+pul1K0ofGg6ICH7VzXJdj/XF/wAs5dLP0/8AYWTh7rP/AMs5aJlLIVntDWMniZI2P8IdWjdlNlD7AFxa8gWeWJkMkMb4YrtxhrdZdbdFNvg00QGR53Wdx7rcLzWix2NmkAN2Nxfs9bcCN9K+Cq7ZmNFPPHLPlbTSRFt2/wDZiSGvvBoo7xP7qztORIJIG2eSJjoGXbsZrdbcFG0HuGxefHmJYGkOFjs4c0hwNHbCDUHf7QgKNztvzWW5Hy/asoWqfSW2XJzY2xFsQLAKnYaaWh23b3/uWmly8nKOadktEhlms8UkjqAueCSboAHj4AAICB7E/wA+1f4cP83r2O2k/wCwRf8AEN/0pVV5Lzfs9lLjZ4Y4i8AOLK+sBtANT7yvrlTJENpYGTxskY03w19aB1CK7Pc49UB5GQ8zLE2KCUWWDShkMofR14SXWuvb997apzKOcVptOVnWX7RLYIYhO0PaWgTaN/qv+8AG3dsNNi0SJga0NaAGtAaAPBoFAB8gF5+Vc3LNanB1ogjlcwXQX1N1ta0G32lAZdmlHdy3aQZNMRHbhpTdrL6v49mzbv2L1+wt1GWn42X9pVbWDNSyQPvw2eJj7rmVaDW64Uc3fuIX3yTkKCy3vs8LIr929cr612t2tfZePVAQnYtvtn6oP/2WnXl5uS8hwWa9oImR6Shdcr6xbWla/qd1XeqgM67VD97F+n+5UKrjtS/Ni/TiodbGl9pClF9Z+27kRu5FYIT8K+7P7eyKImRwaHVArXaQ+vgoFKqKNCuNpmSMfSsza/SKDmt6OwT0ig5rejsFil5LyqbL7dia/wBDa/SKDmt6OwT0ig5rejsFil5LybL7dhf6G1+kUHNb0dgnpFBzW9HYLFLyXk2X27C/0Nr9IoOa3o7BPSKDmt6OwWKXkvJsvt2F/obX6RQc1vR2CekUHNb0dgsUvJeTZfbsL/Q2v0ig5rejsE9IoOa3o7BYpeS8my+3YX+htfpFBzW9HYLq5Sy+wxkRS+vVv4ag0rt3hZA1jiCQCQ0VNK7B7T7F6Obp/wBoH6Xfsoo2kphudV5IWdLFR0diKnmqGhZMy0Q+s0huUP4qkV8Ny9b0ig5rejsFn+cf5B/U1SzWk1oCaCppU0HtKh0mnuw6lX5LX9SckOPS1PhP2bT6RQc1vR2CekUHNb0dgsUvJeVvZfbsZl/obX6RQc1vR2CekUHNb0dgsUvJeTZfbsL/AENr9IoOa3o7BPSKDmt6OwWKXkvJsvt2F/obX6RQc1vR2CekUHNb0dgsUvJeTZfbsL/Q2v0ig5rejsE9IoOa3o7BYpeS8my+3YX+htfpFBzW9HYJ6RQc1vR2CxS8l5Nl9uwv9Cx7RbYyV8bmODm0Laiu8eG34hRyVRXIUO2ykhe6pZn7buRG7kUhGfhEVDm9mg62MLmOoW7waDxIG0/Arl8RrEm47a1XLJCeRW2q6biHVqarpuIdWqHdQsndp+CJRW2q6biHVqarpuIdWpuoWRafgiUVtqum4h1amq6biHVqbqFkWn4IlFbarpuIdWpqum4h1am6hZFp+CJRW2q6biHVqarpuIdWpuoWRafgiUVtqum4h1amq6biHVqbqFkWn4PjkiGMRC5Qg7z4k+NV8IMkaK0B7PwEOFOEkeHuXs5OzAtELqhwLTvFW0Pv+K/drsjonljxRw2+4j2g+IWJGe6G91Lpo4+o0iwtQxqObJzJSl+ui/J5WWbKZIrjd5c35D2r6WHJzYmXRtJ3k7yV213J81bRLH6tGX9u0gOp8Du/6+ULHuc1IU5JMsx0hQXLHck3Skn/AD9kBlVjBKRHu8fYD7AumrbVdNxDq1NV03EOrVvs1ENrUSqZ8i9jnOV0pTwRKK21XTcQ6tTVdNxDq1dbqFk4tPwRKK21XTcQ6tTVdNxDq1N1CyLT8ESittV03EOrU1XTcQ6tTdQsi0/BEorbVdNxDq1NV03EOrU3ULItPwRKK21XTcQ6tTVdNxDq1N1CyLT8ESi9rOTNl1jLA91XPqfDd8R8CvFUzHo9JocKitWShERdnIWmdlv5T/l/J6zNaZ2W/lP+X8nqnrPb/JNB9RdIiLKLgREQBERAEREARFOZ5zGSL7JHttFobeYBQkhjg4+qd+xp8fBdNbUsjxVkkztZIzrgtMpij0t9oc4323RRpAO2vtcF7KkLflNlnyyDNI1jPsTG1duvaTd/keiprFlGOZt6J7Xt2bW7d+79l3EZKSongctdPwU7K6eU8mNnZddsI2td4tP9x7QvrbrdHDG6WV7WRsoXOduaCQBX5kD5r5ZLyxDaWF8ErJWNdcJZWgdQGm3xo4H5qFUn4KStcrFqb5nmZHzcuOvy0JafVaNo2f1n2+4f33e+vJyjnXZLPJoprRFHIADdcTWjhUHd4rw8udon2bKLbFoC4udAzSaS7TTForcunde9u2ngvGtRqSQ7jRnxnVOLJERdEQREQBERAEREAREQBERAZt2r/mQ/pP8AJygle9q/5sP6T+7lBLY0vtIUovrCIiskQWmdln5T/l/JyzNaZ2W/lP8Al/Jyp6z2/wAk0H1F0iIsouBERAEREAXiZ5210NglkYSHt0dCCQRWRg3jbuJXtqez+YTk2YAEn7rd/isUkP1p/lDl3pUhBNMZIGi1237+WKI/eP8AVEhAJbt3iq1DIea7bOS50klokrVsk9HvjBFC1j97Wnbs95WSi3Bslnc313RzQvuMILnFrgboHtJFPiVplkz2Lj97ZbRANorNRo3e0++g+auahrpJSQQ1T5PdteRoJXXpIYXvpS89jHGg3CpFabT1Unmm0NtmUGN2MZNEGtGxrBR+xrRsAVGM6rJ/vVlr7NLHivDzasxFqtsu+O0SxvjcPwyNAf6zXbnDaNoVVJoxyL/PFCVZVJI/HaR/5Taf0R/60a8PsW/8BL/xLv8ASiXvdosZdkq0hoJJaygAJJ+9j3AKF7PM7G2CzPims9tLnymUaOIuF0sY3aXEbasKhJDu5+54Ns2UHRGw2GYhkTtJMy883m1oXeweC8rPkf8AeSP/ABbB+8a8/tEv2jKAnjinuSwWZ4qx1QHRg0cBUAiu0VXodoOS3TZeDbkpjkdZGFzWu2Ndca4h4FAQCdvggLDOXtAdFbGWOxsjmtTnuieyW/GGuutcwNfsaahzvHwC++deff2CzMvtZ9ukjjk0JvmOpcGyDSN2Ub69Nu2g3qYdY5ch268xulsVqeKhrXTztjhaN5oA1xdKfE1A9y+nankWS1xQW6IfdMhYCxwdpqzPBH3YBGy+K7dlCgO7bs9spw2QWt9isgs7mxvDtI41EtAz1Q6u0vb4eKtMhZditkImgcXMqWVLXN9ZtKijhXxCyCyWbJuiYJYMtGS4y/daLl8NF66D/TerRaXmDHA2xUsrLSyHSSeraQBJe9WpoP6d1PmgKRERAEREAREQBERAZr2r/mw/pP7uUGrztX/Nh/Sf3coNbGl9pClF9YREVkiC0zst/Kf8v5OWZqrzUzvZY4iC0uc74gAVJ3+O9VdU1XMkifJLCVEd4mtooDWq3lDq7BNareUOrsFm2YnFS1W3JfooDWq3lDq7BNareUOrsEsxOKituS/RQGtVvKHV2Ca1W8odXYJZicVFbcl+vzJGHCjgCD4EAg/IqC1qt5Q6uwTWq3lDq7BLMTiorbktG5JhBBEMAINQRHGCCNtQabCuy+MHYQCPeAVBa1W8odXYJrVbyh1dgvbUTCituS0GSIN+ggr/AIceC7LGBoAAAA2AAAAfABQWtVvKHV2Ca1W8odXYIsKIvworbkvwVzfPtPUrP9areUOrsE1qt5Q6uwXlmJxUVtyaBePtKXveVn+tVvKHV2Ca1W8odXYJZicVFbcl+ClVAa1W8odXYJrVbyh1dglmJxUVtyaBfPtPUrglQGtVvKHV2Ca1W8odXYJZicVFbcl+igNareUOrsE1qt5Q6uwSzE4qK25L9FAa1W8odXYJrVbyh1dglmJxUVtyX6KA1qt5Q6uwTWq3lDq7BLMTiorbkv0UBrVbyh1dgmtVvKHV2CWYnFRW3J1O1f8ANh/Sf3Kg1RZ4ZzNtpjcGlpYC0jaR7ag/NTq1NM1Ww0RSpFVFd4BERWCMIiIAiIgCIiAIiIAiIgCIiAIiIAiIgCIiAIiIAiIgCIiAIiIAiIgCIiAIiIAiIgPYztyMbLbJYyPVLi9h9sbySOm0fJeOt0zwzRZbogKhszKlj/jva7xLSsZyvkSayyXJmFp8Dva73tduKrQIyRGy+SWIxWr0OiiIrJEEREAREQBERAEREAREQBERAEREAREQBERAEREAREQBERAEREAREQBERAf0qvlaLO17S17Wuad4cA4H4goi+eNIzLLGSYRO4CGED2BjB/ZdLuyLlReRuC5RaTVWSFWRx3ZFyovI3BO7IuVF5G4LlF1NRI47si5UXkbgndkXKi8jcFyiTUSOO7IuVF5G4J3ZFyovI3Bcok1EjjuyLlReRuCd2RcqLyNwXKJNRI47si5UXkbgndkXKi8jcFyiTUSOO7IuVF5G4J3ZFyovI3Bcok1EjjuyLlReRuCd2RcqLyNwXKJNRI47si5UXkbgndkXKi8jcFyiTUSOO7IuVF5G4J3ZFyovI3Bcok1EjjuyLlReRuCd2RcqLyNwXKJNRI47si5UXkbgndkXKi8jcFyiTUSOO7IuVF5G4J3ZFyovI3Bcok1EjjuyLlReRuCd2RcqLyNwXKJNRI47si5UXkbgndkXKi8jcFyiTUSOO7IuVF5G4LlESaiR/9k=" border="0" alt="" /></a>Çocukluğuma dair en canlı görüntülerden biri -nedense- bir magazin programından. Gülben Ergen konserinde Gülben Ergen tel örgümsü kafeslerin arkasında duran seyircilerin zar zor çıkardığı parmaklarına değerek dolaşıyor ve şarkısını söylüyordu. Hayranları ağlıyor, şarkıya çılgın bir şevkle eşlik ediyorlardı. Sonra gayet sıradan gözleri, sıradan saçları ve sıra dışı kilosu olan bir kız sıra dışı bir çoklukta ağlayarak Gülben Ergen'in ellerine bir defter tutuşturdu. Defterin her sayfası gazetede, dergilerde çıkan -her halde her- Gülben Ergen haberi ve resmini içeriyordu. Gülben Ergen çok duygulandı ve kıza bileğindeki muhtelen değerli bilekliğini verdi. Ve ben hayatım boyunca o kıza özendim. Bilekliği kapmış olmasına değil, hayır. Bir şeyin bu denli fanı olabilmeyi çok istediğim için. Evet, bileklik fena olmasa da bir şeye bu denli aptalca bir sadakatla bağlı olabilmeyi çok ama çok isterdim. Yaşamayı daha kolay ve güzel kılardı kuşkusuz.<div><br /></div><div>Bir kimseye hayranlık göstermek konusunda bir TV kumandası düzeyinden öteye gidemediğim için kendimi suçlayamıyorum. Har sabah gazeteyi "Acaba X haberi var mı?" diye açmak, gazete küpürlerini kesmek, "Xle yatıp, Xle kalkıyorum" demeyi elbette ki ben de isterdim. fakat son cümle hayranlığımın Backstreet Boys konusunda olması ihtimaliyle beni hoş olmayan durumlara sokabilirdi, ki bunu istemeyiz.</div><div><br /></div><div style="text-align: left;"><span style="font-size: 100%; ">Eskiden baya meşakkatli olan bu hayranlık işi Facebook'la daha kolay bir hale gelmeye başladı kuşkusuz. Şimdiler de "Beğen" tuşu bir aralar "Become a Fan" idi ki bu bazen bence komik cümleler doğurmaktaydı. "Mükerrem, Fıstık Ezmesi ve Kırmızı Çoraplar'ın hayranı oldu" bunlara örnek gösterilebilir. Mükerrem diye bir arkadaşım olmaması gerçeğinin dışında kırmızı çoraplara benim de bir hayranlığım olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.</span></div><div style="text-align: left;"><span style="font-size: 100%; "><br /></span></div><div style="text-align: left;">Ben kıskanç bir insanımdır. Söz konusu fan sayfalarında "X çoook güzelsin, X'i en çok ben seviyorum" "Yo yo yo bebeğim en çok ben seviyorum" muhabbetleri yapabileceğimi sanmıyorum. Ben birinin fanı olsam Kaya Çilingiroğlu'nun fanı olurum. Böylece adamın tek fanı olurum, kimseyle paylaşmak zorunda kalmam. Kaya Çilingiroğlu Fan Club kurarım ve tek başıma eğlenirim, böylece kimsenin ağız kokusunu da çekmem. Kendim patron, kendim üye. Oh mis valla.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Benim en sevdiğim olaylardan biri ticari markaların de bu ara "Facebook'ta Y'nin hayranı olun" kampanyaları yürütmeleri. Bir dergiye hayran olursun, bu ay neler var önceden öğrenirsin. Bir kanala hayran olursun yayın akışını, dizileri bilmem neyi takip edersin. Bir mağazaya haran olup indirimleri takip edersin. Buraya kadar güzel pekiii "Parisli Cemil Kuaför Salonları"na neden hayran oldunuz ey insanlar? :) Alarko Carrier hayranları... Sizlere soru bile sormuyorum.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Beni "şarz", "herkez", "bende seni seviyorum" ya da "kandil simidimizi denedinizmi" kadar rahat rahatsız eden bir şey varsa bu da "X FUN CLUB" yazısı görmektir. Sanki bu klüplerde adamı sevip saymıyorlar da onunla dalga geçiyorlar havası var. "X o ne şarkı lan öyle?" "Ahahaha X, o röportajı insan olan verir mi olum ya?" diyaloglar bekliyorsanız üzgünüm, bunlar da hayran klüpleri. Buralara girmek için birinin gerçekten sevmeniz ve İngilizcenizin kötü olması yeterli özellikler.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Yazıma son verirken okurlarım için güzel dileklerde bulunmak istiyorum. Allah hepinize sabahın köründe -ya da gecenin köründe- World of Warcraft sırasına girmiş genç dinçliği ve Japon fan genç kız azmi versin. </div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Öpüldünüz:*</div><div style="text-align: center;"><img src="http://28.media.tumblr.com/tumblr_l7qk3lfxzr1qcz8iyo1_500.jpg" /></div><div><div> </div></div>Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-55629902102784739132012-02-04T15:15:00.003+02:002012-02-04T15:49:09.915+02:00Ben Bazen 20yimdir<div style="text-align: center;"><span ><u><br /></u></span></div><a href="http://t2.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcSIR3GeCzaCQ0TTSLKJV8j6m-hBeKVYDbKIb3QnTsbVIYJa5SB1Pw"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 261px; height: 193px;" src="http://t2.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcSIR3GeCzaCQ0TTSLKJV8j6m-hBeKVYDbKIb3QnTsbVIYJa5SB1Pw" border="0" alt="" /></a>Artık sayısal olarak "teenager" olmayışımın devrimsel bir şey olacağını düşünmüştüm. Şimdi aklımdaki tek şey anaokulu anaokulu ya da kreş kreş gezip bulduğum bütün minik bünyelere "Büyümenin bir olayı yok bebeklerim" demek. Problem çocuklar?<div><br /></div><div>Galiba hayatım boyunca 18 yaşıma girmek için yaşadım. 18 yaş, çocuksu resimlerde M şeklinde dağların ardından görünen minicik güneş gibi bir şeydi. Gerçi 18 olunca da pek bir değişmemişti. Artık kimlik sorulduğunda gururla kimliğimi gösterebiliyordum sadece. Hoş bu durumdan iki yıl sonra bile ben hâlâ "Yaşımız tutuyor mu?" denilen kızdım ama bundan rahatsızlık duymuyordum. 18 olduktan sonra büyümek anlamsız bir hale geldi.</div><div><br /></div><div>Ben küçükken topuklu ayakkabılara aşıktım. Anneme kızıyordum. Bir insan yaşı da uygun olduğu halde nasıl topuklu ayakkabı giymezdi? Ben bir büyüyecektim ki görecekti herkes. Evde bile topuklu ayakkabılar giyecektim. Sonunda topuklu ayakkabı giyebilecek yaşa geldiğimde annemi anlamıştım. Hiçbir şey spor ayakkabıların yerini tutamazdı. Topuklu ayakkabılar aslen 30 yaş kadınları için değil, 4 yaş çocukları için üretiliyordu. Çocuklar bunlara o denli özeniyorlardı ki zorla annelerine aldırıyorlardı ve ticaret gerçekleşmiş oluyordu. Endüstriler bu şekilde dönüyordu kuşkusuz.</div><div><br /></div><div>Küçükken en özendiğim şeylerden biri yara izim olmasıydı. "Yara izim olmadan ölmek istemiyordum" Yara izi yaşanmışlık demekti. Yara izi hayattasın demekti. 4 yaşımda hayatta olduğuma dair bir kanıt aramıyordum tabi ama yara izi bir şeyler atlatmışsın ve büyümüşsün demekti. 20 yaşıma geldiğimde bir sürü yara izim var ve büyümenin en güzel yanı belki de budur. Yara izlerimi seviyorum. Çünkü yıllardır değişmeyen bir şey varsa o da yara izlerinin yaşıyorsun demek olduğu. Çünkü yara izleri hâlâ yaşanmışlık anlamına geliyor.</div><div><br /></div><div>Bazı şeyler değişir. Ve bazıları asla değişmez. Ben hâlâ yemekten patlamasına rağmen üstüne bir de tatlı yiyebilen, soğuk içecekleri her zaman sıcak içeceklere tercih edebilen, kahve içince uykusu gelen, güzel bir ses duyunca hâlâ gözleri dolabilen, başucunda ayısıyla uyuyan, çizgi filmleri seven ve en sevdiği şey hâlâ annesinin kucağında oturmak olan kızım. Ben, bazen 20yimdir. </div><div><br /></div><div>Ben bazen 20yimdir. Hâlâ insanlara inancım yok. Vişne likörlü çikolatalara, anneme ve kar yağışına inanıyorum. Cam balkonları sevmiyorum ve keşke yalnız bunun için sevseydim seni:) </div><div><a href="http://t0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcTOwRoOygG3eOPtzz_L1XCLCDIpJrteDyRCqR1N-VsP1qFFZyH5"><img src="http://t0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcTOwRoOygG3eOPtzz_L1XCLCDIpJrteDyRCqR1N-VsP1qFFZyH5" border="0" alt="" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 350px; height: 144px; " /></a></div>Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-2159829964754877902012-01-06T16:22:00.003+02:002012-01-06T17:43:24.011+02:00Ego'da HayatBence en iyi sosyologlar ve psikologlar arabası olanlar içinden çıkmıyor olmalı. Otobüsle gidip gelirken yapabileceğin insani gözlemleri hiç bir anketle yapma şansın yok çünkü. İnsanlar çeşit çeşit, insanların hepsi bir acayip. Bugün Yalnız Gezegen'de bazı gözlemlerimi yazmaya karar verdim. Bu yazım daha fazla yazmamı isteyen annem, Buket ve bütün otobüs emekçileri içindir:) (Otobüs emekçileri daha fazla yazmamı talep etmediler, hayır.)<div style="text-align: center;"><img src="http://t0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcT2Cm79p_KXcQF1CfdvI5NSEiCA5hERwnqnTmkg_F0F3siMfg9y" /> </div><div>Bence Allah herkese "otobüste daha iyi yer kapmak için atak hareketler yapan amca" azmi verse, dünyada ne açlık ne sefalet kalır. O, otobüse yavaş yavaş ayaklarını sürüyerek binen, yüzünde "Bu otobüs yolculuğundan sonra öleceğim az sonra" ifadesiyle koltukları süzen adamların bir yer bulup da oturunca rahatlayamayıp hep daha "iyi yerler" kesiyor olması gerçeğini kimse göz ardı edemez. Otobüste daha iyi yer de ne demekse, onu ben bilmiyorum. oturduğun yerin iki sıra ilerisinin çaprazındaki yerden daha güzel bir yer düşünülemez bu amcalar için. Herkes bilmelidir ki oturulan koltuğun iki sıra ileri çaprazı otobüsün en konforlu yeridir. Söz konusu amcalar bu konforlu yerleri gözlerine kestirip buralarda oturan insanlar kalkar kalmaz Usain Bolt çevikliği ile buralara koşarlar. Az önce ince hastalıkla baş ediyor gibi bir yüz ifadesi takınıp ayaklarını isteksizce ileri süren adamın koltuklar konusundaki bu çevikliğine hayran olmamak elde değildir. Bu adamları yeterince iyi otobüs koltukları göstermek suretiyle 100 metrede en iyi dereceyi almak ve Manş'ı koşarak geçmesini sağlamak işten değildir. Hepimize bu amcaların azminden diliyorum.</div><div><br /></div><div>Dünyada hiç bir fikir yoktur ki bütün insanlar hemfikir olsun. Tek bir fikir dışında. "Otobüsler az geliyor, dolu geliyor" Akşam saatlerinde zaten güç bela otobüse binmiş insanları "Biraz daha ilerleyelim, arkalar boş" söz öbeklerinden daha çok sinirlendiren tek cümle anneleriyle ilgili ve benim yazmak istemediğim tarzda cümlelerdir:D İnsanların bazıları milim milim ilerlemeye çalışırken içlerinden genellikle orta yaşlı bir kadın çıkıp bağırır: "Daha nereye ilerleyelim? İnsanlar üst üste burada?!" Bu sözler otobüste parça tesirli bomba etkisi yaratır. Otobüsün çeşitli yerlerinden de sesler yükselir: "Yeter artık kaptan, dolu otobüs" "Nereye gelsinler, üstümüze mi çıksınlar?"Sonra bu insanlar biri bilmem kaç saattir otobüsü beklediğini söyler. "Valla ben beşten beri buradayım, 4 tane paralı otobüs geçti" Onay dolu sesler yükselir. Sonra başka biri geçmiş deneyimlerinden söz eder. "Ben geçen tam 75 dakika bekledim" Sonra başka bir insan toplumsal tespitlerde bulunur: "Ama bizim insanımız hak ediyor. kalkıp da bir şey söyleyen yok. Bizim insanımız böyle." Kalanlar onaylar. Az önce otobüse binmek için birbirlerinin üstüne çıkan bu insanlar artık aynı grubun parçasıdır ve inecekleri yer geldiğinde gülümseyerek dava arkadaşlarına hoşçakal demeyi ve iyi bir akşam dilemeyi ihmal etmezler.</div><div><br /></div><div>Otobüs insanlarının en rahatsız edici olanı günden dönen, pür makyaj teyzelerdir. Bunlar oturduğunuzu görür görmez yanınızda biter, gözlerinizin içine bakar, kollarıyla sizi kafese alır ve çantalarıyla sizi dürtmek suretiyle sizi taciz ederler. Belki arada kendi kendilerine şimdiki gençler konusunda tespitlerde bulunabilirler. Sizin 454 kiloluk bir okul çantanızın olması az önce her biri 68 yaşında olan "kızlarla" dedikodu yapmış bu kadını hiç bağlamaz ve ondan 25 yaş küçük olduğunuz için oturma hakkı onun olmalıdır. Akşam saatlerinde rahatsız edici olan "İlerleyelim" sözleri bu kadını sizin koltuğunuzdan uzaklaştırma işlevi taşıdığında kulağa çok hoş gelebilir.Ama bu kokoş teyze giderken bile size bir miktar küskün, büyük bir miktar da kızgın bakışını atmayı ihmal etmez.</div><div><br /></div><div>Her yerde olduğu gibi gereksiz sosyalleşme çabası içinde olan insanlar otobüste de kendini göstermektedir. Yanınıza oturan bu insanlar önce alakasız konulardan muhabbete girmeye çalışırlar. Söz gelimi otobüsün önünden geçtiği bir marketi göstererek "Burası çok ucuz!" gibi şeyler söyleyip daha sonra "Okuyor musun?", "Nerede" ,"Eski Mısır'da güneş tanrısı", "iri taneli bezelye", "boru sesi", "eski dilde ayak", "sarhoş nidası" ya da "resimdeki sanatçı" gibi bütün klasik soruları ardı ardına sıralarlar. sizin kısa yanıtlar veriyor olmanız, ilgisiz görünmeye çalışmanız bu insanları yıldıramaz. Bu insanlar gönüllü anketörler gibidir. Sorularına tam yanıtlar almak isterler ve her yanıt başka soruları doğurur. Bunları yıldıran tek şey yolda müzik dinlemektir ama bazıları kolunuzu dürtmek suretiyle size kulaklıklarınızı çıkarttırıp sorular sorabilirler. Bu durumda bir kaç durak önce inmek ya da yol sosyalinin önce inmesini ummaktan başka hiç bir çözüm yolu yoktur.</div><div><br /></div><div>3 kutsal kitapta da kesin çizgilerle belirtilmiş bir emir olarak: Orta yaşlı, sıradan görünümlü, baş örtülü teyzelerin telefon melodileri seksi pop şarkıları olmaz zorundadır. "Oh yeah, so hot" şeklinde çalan bir zil sesinden sonra bir İç Anadolu şivesiyle "Oğlum ben sağa demedim mi ekmek al diye? Ha? Eyi tamam" konuşmalarını duymak hiç bir otobüs yolcusunu şaşırtmamalıdır. Bu zilleri teyzeler kendileri mi seçmektedir, çocukları mı yapmaktadır bilinmez ama bu zilleri duyunca heyecanlanmayın diye söylüyorum. Ben bu zilleri daha hiç genç ve güzel bir kızda görmedim, duyunca boşuna sahibini aramayın.</div><div><br /></div><div>Tavsiye ya da tespitlerimin her otobüste geçerli olmaması durumunda: Bu tespitler 317 ve 318 sefer numaralı otobüsler için yapılmıştır. Yazımın telif hakkı Ares Engin'e aittir ve bir kısmının ya da tamamının kopyalanması durumunda hırsızın kafasında bütün gün bir Yıldız Tilbe şarkısı çalması suretiyle lanetlenmesini diliyorum.</div>Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-3212806617775834252012-01-02T22:16:00.004+02:002012-01-02T23:27:46.271+02:00Şarkı Bilginleri ya da Kaldıraçlarİnsanlığın en büyük sorunlarından biri hayatta işlerine yarayacak bilgileri şarkı sözleriyle değiştirememek. Yani eğer kafamdaki şarkı sözü yoğunluğunu matematik bilgime verebilseydim şu an dünya çok daha farklı bir hal alabilirdi. Ezbere bildiğim bütün şarkılar birer fizik teorisi olsaydı uygun bir kaldıraçım olmadan bile dünyayı yerinden oynatabilirdim. Eğer hangi şarkı kimin eşleştirmesini bildiğim kadar eser yazar eşleştirmesi yapabilseydim bibliyografik eserlerim olurdu. Grup üyeleri yerine siyasetçi isimlerini bilseydim daha kültürlü olurdum mesela. Bir de şunu düşünün; Benim gibi milyonlarca insan var. <div><br /></div><div>Aslında bu insanlarla aynı müziği paylaşabilmek güzel tabi. Aynı bilgiyi paylaşamama durumu bazen hoş ve bazen sinir bozucu oluyor bunu bilemiyorum. Dün Kim 500 Milyar İster'de (Yeni ismi umrumda değil, benim için yarışma hâlâ bu) bir adam "Micheal Jackson'ın geri geri kayarak yaptığı dans hareketi" için 2 joker kullanıp sonra da break dance yanıtını verdi ve kaybetti. Bazen saçımı başımı yolmak istiyorum. Gerçi bilse ne olurdu ki? ( Yani biraz daha para dışında:) )Ama müzik ve işe yarar bilgiler olayını düşündüğümde daha değişik şeyler de gelmiyor değil aklıma. Yani üstte siyasetçi isimlerinden, kitap - yazar eşleştirmesinden falan bahsetmişim ama bunların işe yarar bilgiler olmadığı da aşikar. Olay müzikse tıpkı o şarkı sözü gibi "Hangi deniz nereye dökülüyor bana ne, ben içinde boğulurken?" Bu konunun daha da ilginç yanı ise çok sarhoş olduğunda bile bütün şarkı sözlerini bildiğini fark etmek. Hayatın sahiden değişik bir espri anlayışı var.<div><br /></div><div>İktisat derslerinin hoşlandığım bir tarafı varsa o da bir şeyden alınan zevki/faydayı util diye bir birimle ifade etmemizi sağlamaktı. O zaman şu konuya dönelim. Müzik dinlerken 10 utillik bir zevk alıyorsam ve "işe yarar bilgiler" (ki bu konuyu az önce sorgulamıştım) bana 5 utillik bir zevk veriyorsa müzik dinlemek daha yararlı bir şeydir. Tabi bunu şu açıdan düşünmek mümkün: Belki adam moonwalk'ı biliyor olsaydı X kadar para kazanacaktı ve bu ona daha bir sürü util verecekti. Bunu bilemeyiz. "Geçmişi düşünme onu değiştiremezsin, geleceği düşünme onu tahmin edemezsin" diyen Konfüçyus'u saygıyla alıntılarken kafamın sadece müzikle dolu olmadığını göstermekten gurur duyarım:)</div><div><br /></div><div>Aslında bilgi de çok garip bir şey. İnsanları ukala olmakla suçlamam, çünkü ben sahiden ukalayımdır ve insanların ukalalığa hakları olduğunu düşünüyorum. Herkesin iyi bildiği konular vardır, ve bu onlara ukalalık yapma hakkı verir. Bilgi güçtür ve güçlü olan gücünü gösterme hakkını saklı tutar:) (Bak sen?) Benim bilmediğim bir konuda bana ukalalık yapılmasını rahatsız edici değil aydınlatıcı bulabilirim. Neticede bir gün benim de sıram gelir, değil mi?:) Ama "Elektriği Edison buldu, faturaları da o ödesin ehehehe" diyen gence girişme isteğimi bastırma nedenim medeni bir insan olmamdan kaynaklanmıyor. Bunun tek nedeni onu dövemeyecek olmam. Yani bu gerçekten kabul edilmez bir şey. Hem iğrenç espriler yap, hem yalan yanlış şeyler söyle. Edison ampulü buldu bebeğim, elektriği değil deyip geçebiliyorsam günüm fena geçmez. Ama bunu diyemiyorsam bu günümün güzelliğini biraz zorlayabilir. Bir iş yarım bırakılmış, kafama vurulmuş gibi hissedebilirim. Bu hislerimi bir besteyle anlatamadığım sürece önemleri yok:)</div></div><div style="text-align: center;"><img src="http://www.atblock.com/images/lev06a.jpg" /> </div><div>Yani dünyayı yerinden oynatabilir miyim emin değilim ama bana bir kaldıraç verin. Ya da bir şarkı çalın ne bileyim ben. Bir şarkı çalın. 20 utillik olsun. </div>Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-78865501224170350282011-10-10T19:29:00.005+03:002011-10-10T22:45:54.340+03:00One Way TicketBugün Milli Piyangonun sitesine girip "119723 no'lu biletinize ikramiye isabet etmemiştir" yazısını görünce ziyadesiyle üzüldüm. Çünkü bugün otobüste Scorpions'tan Still Loving You dinlerken çeşitli planlar yapmıştım. Planıma göre büyük ikramiye bana çıkacaktı. Ben de koşarak Renault bayiisine gidecektim. onların sloganları "Drive the Change" yazılı masalarda oturup satış danışmanlarıyla hızlı hızlı konuşacaktım. "Panelvan mı alsam, jip mi bilmiyorum. Yok en iyisi almayayım ben." Satış danışmanı olanlara anlam vermek için soracaktı: "Ticaret için mi düşünüyordunuz, ne yapacaktınız bu aracı?" O zaman saatlerdir hazırlandığım şekilde Scorpions edasıyla ve Still Loving You melodisiyle bağırıp: "I WOULD TRY TO CHANGE" diyecektim. Sonra koşarak uzaklaşacaktım. Ama bunların hiçbirini ama hiçbirini yapamadım. Çünkü... 119723 no'lu biletime bir lira bile isabet etmemişti. :(<div style="text-align: center;"><img src="http://t2.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcREexyADuFBN6BcQ9kavprrrHoNgN1kDcYlJFKcVHNLtcdVa7rDFA" /></div><div style="text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: left;">Yapma çiçek dediğimiz nesne doğanın bir taklidi değil mi şimdi? Örneğin gülü görüyoruz böyle kırmızı, beyaz falan. Onu alıyorsun kumaştan aynısını yapıyorsun. E tamam durum buyken fosforlu pembe yapma çiçek yapmak da ne ola ki? Ulan insafsız adam hayatında fosforlu pembe çiçek mi gördün sen doğada? Doğa anaya hakaret değil de ne bu şimdi? Aynı çevrede yaşamıyor muyuz nedir biz?</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Bugün otobüste bir adam fırından aldığı bir poşet taşıyordu. "Nimet Fırıncılık. Tahıllı ve Kepekli Çeşitlerimizle Doyasıya Ekmek Yemenin Keyfini Yaşayın" Doyasıya ekmek yemek keyif verici bir durum da benim mi haberim yok, bilmiyorum. Bir de niye doyasıya ekmek yiyelim ki? Baktın yemekler kötü, ekmekle doyacaksın. Koşuyorsun Nimet Fırıncılık'a. "Tahıllı ve Kepekli ekmek çeşitleriniz mi var mı?" diyorsun. Eğer varsa alıp rahatlıyorsun. "Oh ben şimdi bunları doyasıya yerim."</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Ahşap boyamak, keçelerden bir şeyler yapmak, ders çalışmak, oyun oynamak ve saçlarımı dalgalı yapmak istiyorum. Allah hepimize sabah 7de kalkıp fön çektirmeye giden kadın azmi versin, amin.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Metal müzikte bilinçaltı mesaj goreleri olabilir. "Biz Allahız, flesh, death, blood" falan diyor olmasınlar sakın? 10 - 25 yaş arası metal dinleyen her erkeğin sevdiği gruba "Allah mısınız siz?" deme sendromunu başka türlü açıklayamıyorum. </div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Bugün dolmuşta çalan (bütün toplu taşıma araçlarını kullandığım belli olsun istiyorum) şarkı beni yaşamdan soğuttu. Yıldız Usmonova feat Serdar Ortaç. O kırık Türkçe ve saçma sapan sözler birleşiyor... Serdar Ortaç zaten Serdar Ortaç. Ayrıca 78 yaşında adamın biri Bülent Ersoy'a şiir yazıp Posta'ya göndermiş. Espri yapmayacağım. Bu haliyle komik. </div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Ben neredeyse 20 yaşıma geldim, bildiğin eşek kadar oldum hâlâ şu "Türkiye'nin altı aslında bor dolu" "Karadeniz, uu beybi petrol cenneti" "Ne ülkeyse ye ye bitiremediler arkadaş" muhabbetleri sürüyor ya, kulaklarımı tıkayıp koşarak uzaklaşmak, Karayipler'de okumanın yazmanın bile bilinmediği bir adaya gitmek ve madensel bilgilerle birlikte bu Etibank hafızamı tamamen silmek istiyorum. Ama maalesef bunların hiçbirini yapamam. Ve bunları yapamıyor olmamın nedeni çok açık: 119723 no'lu biletime ikramiye isabet etmedi.</div>Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-71297628234719074992011-08-13T23:18:00.005+03:002011-08-14T00:12:15.322+03:00Parisli Cemil YeminiDünyada herkesten gizlenen bir sır keşfettim. Umarım bu yazdıklarım yüzünden başıma bir şey gelmez. Bu sırrın açıklanması kafamızdaki bir çok soru işaretini silecek ve dünya daha aydınlık bir hal alacak ama bunca yıldır bir günah gibi ötelenip gizlenen bu sırrın açıklanmasına çok yani öyle böyle çok değil, baya çok kızacak bir meslek grubu tanıyorum.<div>
<br /></div><div>Sürekli gittiğiniz bir kuaförünüz yoksa bir kuaföre gittiğinizde önce bir iki kez saçınızı hoplatarak bakarlar. Sanki kafanızda saç değil bir kova ejderha pisliği taşıyormuşsunuz gibi bir ifade takınıp şöyle derler: "Bu saçı kim kesti?" Zaten o anda kafanızda dönüp duran cümle şudur: "Hay Allah kahretsin benim bu saçımı keseni." Eğer kendine güvenini çabuk kaybetmeyen bir tipseniz "Niye kötü mü olmuş?" diye sorabilirsiniz. Adam saçınızı tekrar eline alır ve fırlatır "Uçlar falan.. Mahvolmuş." Bu durumda yapılabilecek bir kaç şey vardır. Panik içinde "Ay ciddi misiniz? Ne yapabiliriz?" diye sorabilirsiniz. Sonuç olarak pahalı ve eskisinden çok da -belki hiç- farklı olmayan bir saç kesimiyle kuaförü terk edebilirsiniz. İkinci olarak "Ne yapalım artık. tatile gidip geleyim de" dersiniz. Adam panik içinde "Bence ihmal etme" diyebilir. Bir kuaför asla "siz" demez. Kuaförlük samimi bir meslektir ve ikinci çoğul şahısları kaldırmaz. Üçüncü ve benim en sevdiğim cevap yöntemi olarak da: "E siz kestiniz ya?" diyebilirsiniz. Ama bunun için dikkat çekici saçlarınızın ya da tipinizin olmaması gerekiyor.</div><div>
<br /></div><div>
<br /></div><div style="text-align: center;"><img src="http://t0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcTI37-kXl8E_w90piHoN241foJvv6UuAepm14x4h2etwcMFYBxE5w" /></div><div>
<br /></div><div>Örneğin tipiniz üstteki gibiyse adam saçınızı kesip kesmediğini hatırlayabilir. Bu yüzden şansınızı fazla zorlamamak gerekiyor. Kaldı ki saçınız üstteki gibiyse adam haklı olabilir. Mesela yarın yolda sizi böyle görsem "Bu saçı kim kesti?" diyebilirim. "Ejderha pisliğine benzemiş" yorumumu ise kendime saklarım. Kalp kırmayı sevmem.</div><div>
<br /></div><div>"Bu saç nasıl olmuş?" "Değişik. Farklı. Alışılmadık."</div><div>
<br /></div><div>Şimdi bu minik kuaför gerçeğinden sonra yıllardır insanlıktan gizlenen sırrı açıklıyorum. Kuaförlerin kuaför olmadan ettikleri bir yemin var. Doktorların ettiği Hipokrat Yemini türünde bir şey. Kuaförlerin yemininin adını da ünlü bir kuaförden aldığını varsayıyorum. Mesela Parisli Cemil. Yani evet kuaför olmak için gerekenler şunlar o halde: Gerçekten iyi bir zanaat ve hayal gücü. Ve Parisli Cemil yemini. Bu yemine göre bir kuaför asla diğerinin kestiği saçı beğenmeyecektir. Saçı boyalı kadınların tamamının dip boyası geldiği ise su götürmez bir gerçektir. Ayrıca şu an gittiğiniz kuaförden önceki kuaförü şu an gittiğiniz kuaförü illa ki çok iyi tanımaktadır ve onlar fön bile çekemezler. Bunlar Parisli Cemil yemininin bir iki maddesi. Geri kalan maddelerin içeriği de şu anki saçımızın ne denli kötü olduğunu ve önceki kuaförün nasıl beceriksiz biri olduğunu söylemekle ilgili. </div><div style="text-align: center;"><img src="http://t2.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcRbpwqaQvS1w_rlkdgLwkoTQQR224nKiRtI5Uiln9jKQPGgRjXX" /></div><div>
<br /></div><div>Bugün %57 indirim yapan bir yer gördüm. Sahibinin öğrencilerini sınamak isteyen bir matematik öğretmeni olduğunu düşündüğüm mekan kaderin bir cilvesi olarak bir kuaför salonu çıktı. Bu da beni şaşırtmadı sayılır. Kuaförlerle ilgili şeylerin pek azı beni şaşırtır. Çok daha neler lan, yok öyle bir şey. Şaşırdım. %57 ne be, insafsız adam. %50 yap, %60 yap.</div><div>
<br /></div><div style="text-align: left;">Şimdi saat uygun olsa %57 indirim yapan kuaför dükkanına giderim. "İğrenç saç kesim"lerini düzelttirmiş kadınların saçlarına neşe içinde saç spreyi sıkan kuaförün yanına sinsice yaklaşırım ve Hairspray Queen'i söylerim. Yaka paça dışarı atılırken "Kurt Cobain'in anısına saygısızlık yapamazsınız bebeğim" diye bağırırım. "Sizin hakkınızda çok şey biliyorum kuaför bey! Ve inanın bunları bütün insanlığa açıklamamı istemezsiniz." </div><div> </div>Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-82831432264859354352011-08-09T23:13:00.003+03:002011-08-09T23:52:57.482+03:00Elvan Dalton'la Hemşehri OlmakMerhaba sevgili okurlarım bugün size Ankara hakkında gerçekler açıklayacağım. Öncelikle biz Ankaralılar topluca inançlı insanlarız. Yıllardır metro bitecek diye bekliyor, buna yürekten inanıyoruz. Oysa o metro $½# biter. Ama bunu hiçbirimiz kafamıza takmayız. neden? Çünkü kalp gücümüz ve gözümüz var. Bakınca böyle hopp, şehrin her yeri metro olacak falan diye düşünüp seviniyoruz. Çünkü bizler Kızılay'dan Batıkent'e Metro ile gidebilir ve gıcıklık olsun diye arada Ostim, İvedik falan gibi yerlerde inip yeniden binebiliriz. Bir Allah'ın kulu da "Ne yapıyorsun bebeğim?" demez bize. Deseler deseler "Napıyon la bebe?" derler ona da "Hiç la" deriz geçeriz. Gerisi de bizi ırgalamaz. Hiç. <div>
<br /></div><div>Sonra şimdi biz İstanbul'u sevmiyoruz. Oğlum öyle otobüs hattı mı olur ya? Ankaramızın gözünü severiz biz. Kayıp mı olduk? Bin otobüse. Ya Kızılay'dan geçer ya Ulus'tan. Her yol Roma'ya çıkar misali bir güzergah anlayışı var bizim otobüslerin. E iyi işte. Sonra o trafik nedir yahu? Biz ki yıllarca Akay'ın oradaki inşaatı beklemiş insanlarız, hiç gelemeyiz böyle şeylere. Mesela Genelkurmay falan var böyle. Orada sonbahar olmuyor. Askerlerin yerlere yaprak düşmesine bile tahammülü yoktur. Adamlar düzen adamı yapacak bir şey yok. Trafik falan sevemeyiz efendim biz.</div><div>
<br /></div><div>"Bir de deniz olsa" muhabbetinden tiksiniyoruz. Deniz yok. Yaz kış 20lerde de gezmiyor efendim sıcaklıklar. Hiç mi coğrafya görmediniz siz? "Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlı" diye bir şey duymadınız mı mesela? Burada kar yapıyor evet. Karı seviyoruz. Çok fazla şaşırmayın ama. Şok bir gerçek ama Ankara'da yıllardır kar yağıyor. Limon falan gördüğünüzde "Ahh biz limonları bahçemizden toplardık!" demeyin, böyle muhabbetleri hiç sevmiyoruz. Bizde bahçenizden fazla bir şey beklemeyin. Baharda gülleriniz açabilirler, hanımelleri de pek cömert olabilirler. Baharla yaz arası o anlamsız dönemde sokaklarda hanımeli kokuları duyabilirsiniz. Kışın bu kokuların hasretiyle yanıp kavrulmayın. Kar da güzel kokar.</div><div>
<br /></div><div>Semt isimlerimiz gariptir, fesatlık yapmayın. "Aşağı Eğlence" işte Eğlence'nin aşağısı yani. "Ayrancı'ya gidip ayran alalım" esprilerine Cyclops bakışları atarız, bunu bilin, öyle davranın.</div><div>
<br /></div><div>Bizim türkülerimiz, oyun havalarımız falan neşelidir. Ağır düğünler beklemeyin. Bir sürü erotik çağrışımlı oyun havası duyabilirsiniz. Semt isimlerinde yapmamanız gereken fesatlığı bu oyun havalarına saklayın. Misket çalarsa, kalkın oynayın. Zeybek gibi ağır, step dansı gibi zor değildir:D Elvan Dalton Şereflikoçhisarlı olabilir ama, bütün Türkiye'nin hemşehrisi sayılır:)</div><div>
<br /></div><div>Biz Ankaralılar tatilde haber izleyemiyoruz. Her siyasi haberin "Ankara'da gergin ortam" şeklinde verilmesi yüreğimizi dağlıyor. Şehrimizi özlüyoruz. Bütün 06 plakalara özlemle bakıyoruz. Yolda yürürken bir araba bize yol vermezse ve şayet o arabanın plakası atıyorum 34se "Ağır ol İstanbullu" diyoruz.</div><div>
<br /></div><div>Çünkü Ankaralı olmak demek güzelliği şehir manzarası yerine insan ilişkilerinde bulmaktır.</div><div>
<br /></div><div>Twitter'da #ankaraliolmakdemek'i Trending Topic yapıp bu yazıyı yazma isteği doğuran herkese sevgiler:) </div>Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-16659724384247661122011-08-02T02:47:00.003+03:002011-08-03T22:37:47.825+03:00İnanılmaz KeşiflerimMerhaba gezegen. Bu son bir iki günde hayatımda çılgın değişiklikler oldu. Kemana başladım, neden okuldan hayatımız boyunca ölesiye nefret ettiğimizi keşfettim ve son olarak da kafamda melodisi dönüp duran şarkının adını bulabildim. En önemsiz gözükenini hemen söylememi isteyip beni üzmek isterseniz; şarkının ismi Promised Land.<div><br /></div><div>İlk keman dersim beklediğimden iyi geçti. Parmaklarımın ince olması yayı tutuşumu çok zorlaştırırken aklıma birkaç çözüm önerisi geldi.<br />1) Parmaklarıma silikon yaptırmak.<br />2) Parmaklarımı çekiçle vurma ya da kapıya sıkıştırma suretiyle şişirmek.<br />3) Parmaklarımı dert etmeyip yayı o şekilde tutmaya çalışmak.</div><div>4) Farklı bir tutuş bulmak.</div><div><br /></div><div>Akıllı, sağduyulu, çalışkan ve düzgün her insan üçüncü yolu tercih ederdi. Ben hiçbir zaman tam olarak öyle olmadım ve dördüncü yolu seçtim. Artık benim saçma sapan bir yay tutma ekolüm var.</div><div><br /></div><div>İlk dersimde gacır, gucur sesler çıkarmayı beklerken bir şarkı bile öğrendim. Bir Mozart bestesi. Ah evet, yemediniz biliyorum. Twinkle Twinkle Little Star. Ya da daha bilinen ismiyle Daha Dün Annemizin. O bir Mozart bestesi tamam mıığ?! Evet neyse. Bu da beni büyük bir buluşa götürdü: Neden okuldan tiksindiğimizi biliyorum.</div><div><br /></div><div>Hepimiz malum şarkının sözlerini biliyoruz: "Daha dün annemizin kollarında yaşarken / Çiçekli bahçemizin yollarında koşarken/ Şimdi okullu olduk" Evet biliyoruz da, ne alaka bebeğim diyebilirsiniz. Bu durumda samimiyetimizi sorgulamayı bırakıp bana bebeğim demenizi umursamadan size açıklama yaparım. O da şöyle bir şey olur: Küçüklüğümüzden beri kafamıza oya oya nakşedilen düşünce şu olmuştur; Okul annemizin kollarından ve çiçekli bahçemizin yollarından koparılıp gönderildiğimiz yerdir. Bu durumda burayı hangi insan evladı sevebilir, sorarım.</div><div><br /></div><div>Okul hayatının sevilmeyen bir şey olmasının bir diğer nedeni biyoloji derslerinin bünyemizde yarattığı hayal kırıklığıdır. Canlıların insanlar, hayvanlar ve bitkiler olarak ayrılmadığını duyduğumuzda yaşadığımız şaşkınlığı hatırlayanlar el kaldırabilir mi? Teşekkürler derim. Virüsler konusu ise bambaşka bir konudur. "Yarı canlı, yarı cansız" diye bir tanımlama da nedir öyle? Yarı canlı - yarı cansız bildiğimiz tek şey kuşkusuz ki durmaksızın otobüste karşılaştığımız teyzelerdir. Bunlar sadece otobüste yaşamını sürdüren organizmalardır ve otobüs dışında hayatları boş ve anlamsız şeylerdir. Sonra iribaşların kurbağa yavrusu olmaları gerçeği de nedir öyle? Bizim genç hayal güçlerimize yapılabilecek en büyük hakaretlerden biriydi bu. İribaş diyince aklıma şu beyefendi tadında bir şey gelmeliydi:</div><div><br /></div><div style="text-align: center;"><img src="http://t3.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcRC8h3VvtBmaOfh5Kb0Vp0EHQ9qcrf2tHIByAoMQsHGH2g0MSYz" /></div><div><br /></div><div>Fakat iribaş dediğimiz şey ne bu beyefendi gibi tatlı, ne de hoş. Bildiğimiz yüzen karaktersiz bir yeşillik işte. Yani adam sonrasında da en fazla kurbağa oluyor, heyecanlı bir durum yok. Ayrıca kurbağanın bile iki yaşama sahip olduğu dünyada tek yaşam yaşayıp ölmek düşüncesi bizi hüzünlere gark etti. Uğruna şiirler, şarkılar yazılan "Uu beybi, kalbimi kırdın, seni sevdim öldüm, göbeğime bakıp güldüm" tarzı şarkılar yazılan kalbimizin ise 4 odacıklı kendi halinde çalışıp duran yok efendim oksijeni ayrı yere koyayım, aman dur kirli kanlara değmesin derdinde olan basit bir organ olması ise tam anlamıyla kalbimizi kırdı. Bu hayal kırıklıklarıyla okul nazarımızda en fazla hangi sevgi basamağına tırmanabilirdi ki?</div><div><br /></div><div>Şahsen şu saniye Milli Eğitim Bakanı olsam 100 Temel Eseri kökünden değiştiririm. Genç beyinlerin Açlık ve özellikle de Cemo gibi kitaplarla kitaptan nefret ederek hayatlarına devam etmelerine göz yummam. Otostopçunun Galaksi Rehberi'ni sokarım örneğin 100 Temel Esere. Sonra bakarım öğrencilerin kaçı 6 x 9 = 42'yi sorgulayacak? Bunu sorgulayan öğrencileri büyük bir konferans salonuna alırım ve onlara şöyle bağırırım: "Douglas Adams sizin yüzünüzden bir daha 13 tabanlık sistemde espri yazamayacak mı ulan?!" Sonra konferansı bitirip onları dizinin en sevdiğim kitabının adıyla uğurlarım: "Hoşçakalın ve balıklar için teşekkürler"</div><div style="text-align: center;"><img src="http://t1.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcQ67Fabqfu2jupDDBxiNcR6u3yJ0BOXsLIZq9fR3Ava8boUZ7rA1g" /></div>Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-12871940663704522762011-07-29T01:54:00.003+03:002011-07-29T03:42:19.711+03:00Mortal Kombat Ruhu?Merhaba tanrım. Bugün sana jenarasyonlar arası yaptığın korkunç yanlışlığı belirteceğim. Bunu bugün Creedence Clearwater Revival - Have You Ever Seen The Rain dinlerken farkettim. Hikmetinden falan sual olunmaz -çünkü tanrıyla Arapça konuşmak zorundayız biz- ama af buyurursan Şükran anneannemle beni yanlış jenerasyonlara koymuşsun tanrım. Ben 60larda genç kız olmalıydım. Puantiyeli ve kabarık etekli elbiselerim olmalıydı boyundan kalın askılı. Anneannemin de 2011de iPhone N (En son kaçta kaldı sahiden bilmiyorum) sahibi bir genç kız olması gerekirdi. Saçlarımı kabartıp kocaman güneş gözlükleri takmalı, kalın saç bantları takmalıydım. Neyse tanrıyı bırakıp size döndüğümüzde şu anda tek bilmek istediğim yağmuru hiç görüp görmediğiniz.<div><br /><div style="text-align: center;"><img src="http://t3.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcTC7-wGO4foauUaehSrIsD_dq2QwnrNErbgpx_Qo264lwmCbzYcOA" /></div><div><br /></div><div>Eğer Ankara'da yaşıyorsanız "Haziranda gördük la bebe" diyebilirsiniz. Ama bu yanıtı vermek için aynı zamanda Ankaralı olmanız gerekir. Ankara'da yaşamak size "la bebe"yi kullanma hakkı vermez. Ama Ankaralı candır, kullanın. Eğer ÖSSye hazırlanmışsanız ve "Hangisi bir paragrafın giriş cümlesi olamaz?" testleri çözdüyseniz ve onlar aklınızda kaldıysa pek az paragrafın "Eğer" şeklinde başladığını biliyor olmalısınız ama bu benim hiç umrumda olmaz. Mesela bendeniz yıllarca İngilizce gördüm ama hâlâ okurken I Love 60s yazısını "Ay lav altmışs" diye okuyorum. Ayrıca "Ay vas born in bindokuzyüzdoksaniki". Herkes böyle bilsin bunu.</div><div><br /></div><div>Doğum tarihleriyle ilgili ciddi bir problemim var. Birine yaşını sorduğumda "78liyim" demesinden nefret ediyorum. Sana yaşını soruyorum, niye matematiğimi sınıyorsun ki şimdi? Bakın bunu yapanlarla "0.7 uç var mı?" dediğinizde "0.5 var" diyen çocuk aynı kişi. Bu adamların benim hazırlık hocam Füsun Hoca'nın öğrencileri olmasını diliyorum. "Ben sana onu sormamışım ki, asıl soruyu cevaplamıyorsun" diye bütün puanları gitsin pisliklerin. Oh.</div><div><br /></div><div>Vantilatörü açtığımda büyük anne deyimiyle "kulağıma kulağıma esmesi", açmadığımda hiç esmemesi ikilemi beni bitiriyor. Öyle ki içimi kemiriyor bu sorunsal. Bu olayı düşünmemek için dağlara kaçmak, vantilatörü unutuncaya değin içmek ve kışın dönüp aynı olayları elektrikli soba ya da kombi falan için yaşamak istiyorum. Oğlum kışın ne güzel ya, giyiniyorsun, olay bitti mis. Kışın da aynı şeyin yazın ne güzel oluşu ve duş alınca olayların bitmesi şeklinde söylemiş olmamı kanıtlayabilecek adam varsa gelsin kanıtlasın. Kanıtlamazsa sonsuza kadar sussun. Gelsin sorunlarımı çözsün, gitsin.</div><div><br /></div><div>Bari ayaklarını yıkasaydın parmak arası terlik giyen erkek. Olmuş mu Lacoste tişörtle o anlamsız mayodan bozma şort? Bileğinde bilekliğinin izi şeklinde yanmışsın iyi güzel de, ayaklarını yıkayaydın iyiydi be parmak arası terlik giyen erkek. Küçük bir not olarak da: Ankara Metrosu turistik bir yer değil. </div><div><br /></div><div>Şimdi benim mükemmel bir projem var. Çay soğuyor içemiyoruz, bira ısınıyor içemiyoruz ya işte benim sistemimle çay gittikçe ısınacak bira da gittikçe soğuyacak. Tek sorun bunu nasıl yaparım bilmiyorum. Fikir güzel, bunu işleyin, bir şeyler yapın. Zeka başka bir şey evet.</div><div><br /></div><div>"Allah cızırtını versin" sözünü kim icat ettiyse kendini dünyadan silsin lütfen. Dünya kafi derecede kötü bir yer. Zaten hava cehennemden iki derece serinken kimse günah işlemekten korkmuyor, anlaşılabilir bir şey.</div><div><br /></div><div>Yıl olmuş 2011, millet hâlâ parantezden gül falan yapıyor. Nasıl gelişebilir insanlık? benim soğut - ısıt projem de yalan oldu zaten. O değil şu ara kaç kişi ODTÜ Uluslararası İlişkiler hayali kuruyordur acaba? Tam bunları düşünüp içim sıcacık olmuşken okul sitesinin değişmesine şaşırdım. Klasik bir tepki olarak "Yok abi alışmıştık ne güzel diğerine" falan demek istesem de hiç bile. Yeni tasarımı sevdim. İnsanların bir şeyi sadece yeni ya da farklı olduğu için harcama eğilimi benim içimi sıkıyor. "Mortal Kombat'ın yeni oyunu çıkacak" "Mortal Kombat ruhunu kaybetti." Bu diyalog beni Mortal Kombat ruhunun nasıl bir şey olduğunu düşünmeye sevk ediyor. Mortal Kombat bildiğimiz kadarıyla şöyle bir şeydi: Pat, Küt, Ouch, Sub-Zero, *don bebeğim*, Scorpion *yan bebeğim*, Raiden *çarpıl bebeğim*, pat ve küt. Kriterlere baktığımızda Mortal Kombat'ın ruhunu kaybetmediğini söyleyebilirim. Birini ölümüne dövdüğümüz sürece oyun hep aynı kalacak. Ne zaman ki birini ölümüne severiz o zaman o Mortal Kombat olmaz, Aynalı Tahir falan olur. Scorpion rakibini aşk ateşiyle yaktığı gün bir daha oyunu oynamam. Bizi bozar. </div><div style="text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: center;"> <img src="http://t0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcTc5I1X4EaaRlwmI-WcINl3bsO8Eo8yXOFJ-XJUwSQVO7j0j0mJ" /></div><div><br /></div><div>İnsanların yapma bir Ege şivesiyle konuşarak sevimli olabileceklerine inandıkları bir dünyada yaşamanın gitgide zorlaştığına inanıyorum. Bebek taklidi yapan insanlarsa tamamen tanrının sinirlerimizi sınama şekli. Otobüslerde burnuyla oynayan tüm insanların cam kenarlarına oturmasıyla direncimize son darbe ve hava yüz yirmi bin derece civarıyken nasıl yaşayabildiğimizi gerçekten bilmiyorum. Bütün bu saydığım durumlar bize Mortal Kombat jargonuyla bir "Fatality" olurken ben yazıma son noktayı koyuyorum: K.O.</div><div><br /></div><div style="text-align: center;"><img src="http://t0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcRM1GbUBAILA6TZnOX2DbiHHP14J31DfUeiELRNfXqCjQWPW5jt" /></div></div>Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-41319643740442837162011-07-03T15:08:00.003+03:002011-07-20T19:14:53.459+03:00Ben katil değilim Ferhat GöçerYağmurlu bir sonbahar gecesinde zengin bir iş adamının öldürüldüğü o bulmacayı bilirsiniz. Elimizde üç şüpheli vardır: Ahçı, bahçıvan ve hizmetçi. Ahçı akşam yemeği hazırladığını bu yüzden cinayeti işleyemeyeceğini iddia eder. Bahçıvan çiçekleri suladığını bu yüzden katilin o olamayacağını söyler. Hizmetçi ise evi toplamakta olduğunu cinayet zamanı meşgul olduğunu söyler. Bu bilmeceyi sorduğunuz kötü esprili kişiler "Katil uşak ehehe" diyeceklerdir. Onlarla görüşmeyi kesin. Eğer aklı başında birine soracak olursanız katilin bahçıvan olduğunu söyleyecektir. Kaşınızı kaldırıp onu morartmak istercesine "Nideen?" derseniz aklı başında kişi sizin bu boş beleş çabalarınızı ciddiye almadan sükunetle yanıtlayacaktır: "Çünkü yağmurlu havada çiçek sulanmaz."<div><br /></div><div>Bu bilmece geçen annemle yağmur altında çiçeklerimizi sularken aklıma geldi. "Anne şu anda bir cinayet işlense ve herkes bulunduğu yeri ve ne yaptığını söyleyecek olursa bizi tutuklarlar, biliyorsun değil mi?" Bazen bunu yapıyoruz biz, aklınızda bulunsun buraya yazıyorum ki katilin biz olmadığımız anlaşılsın. Yağmur altında hortumla teras yıkayan ve çiçek sulayan manyaklar biziz ama bu bizi katil yapmaz yani. Bu böyle bilinsin.</div><div><br /></div><div>Dünyadaki bütün şarkıları ayırmak gerekirse: Ferhat Göçer'in söyledikleri ve söylemedikleri şeklinde ayırabiliriz. Ferhat Göçer'in söylemediği çoğu şarkıyı da Gregorian söylemiş olabilir mesela. Stairway to Heaven, Clocks, Fix You, Nothing Else Matters, The Unforgiven, Forever Young ya da Losing My Religion gibi şarkıları Ferhat Göçer'den duymaktansa Gregorian'dan duymaya adeta taptığımdan durumu bozuntuya vermeden geçiştiriyorum. Şimdi sizin göreviniz, tabi eğer kabul ederseniz, (Bakalım kimler Görevimiz Tehlike izlemiş?) -ki kabul etseniz iyi olur- şu: Bu şarkıları Ferhat Göçer'den gizlemek. Ferhat Göçer'i görünce bu şarkılar hiç olmamış gibi davranmak. Bunu insanlığa borçluyuz. Gerçekten.</div><div><br /></div><div>Eğer annemi ne kadar çok sevdiğimi sayısal bir değerle ifade edebileceğim bir gün gelseydi insanlık sayıların sonsuz olmadığını anlayacaktı. "Son sayı budur" diye benim sevgi değerim ders kitaplarında okutulacak ve çocuklar bunu böyle öğrenecekti. </div><div><br /></div><div>İnsanların aşkı kimyasal nedenlere ya da sosyal nedenlere bağlamasına anlam veremiyorum. Aşk diye bir şey varsa tek nedeni şarkılardır.</div><div><br /></div><div>Şimdi mesela bende Agatha Christie zekası olsa ben kendimi peygamber ilan ederdim. belki o zekada olmayışımın nedeni bu. Günahkar olmayayım istiyor Allah.</div><div><br /></div><div>Dünyada her şeyi güzel yapan bazı şeyler var. En iç sıkıcı anıyı güzel anlatan insanlar, en sıradan cümleyi bir sihre dönüştüren sesler, en alakasız müziği cennetten süzülen notalar haline getiren müzisyenler, en karamsar anı neşeli hale getiren detaylar. Tanrının bunlara bahşettiği sihrin üzerime saçıldığını hissediyorum bazen. Bu sihrin yağmurunda dolaştığımı... Çünkü ben onu sevdiğimde bu şehirde hep yağmur yağıyor. </div><div><br /></div><div>Sevgiden bahsetmekten hoşlanmıyorum çünkü herkesin kendine göre bir anlayışı var . Her şeyi farklı seviyoruz. O kadar çok şeyi seviyorum ki düşününce. "Kalabalığın içinde yalnız olmak" düşüncesini anlamıyorum. "Hepimizin bir kalbi varsa niçin birbirimiz için atmasınlar?" Bu düşüncelerimden Ferhat Göçer'e söz etmeyin.</div><div><br /></div><div>Bugün ilk defa Bruce Springsteen gibi hissettiğimi hissettim. Şaka be, hala yok öyle bir şey:)</div><div><br /></div><div>Harry Potter'ın son filmindeki altyazıları yerim. "If you truly loved her.." (Eğer onu gerçekten sevdiysen) "No one knows" (Bunu kimse bilmemeli.) Bundan sonra kimse Harry Potter okuyucusunun romantik olmasını beklemesin bebeğim.</div><div><br /></div><div>Mavi kelimesinin çoğu Afrika dilinde küfür olduğunu duyduğumda ilk aklıma gelen şey Mavi Jeans'in bu ülkelerde mağazası olup olmadığı oldu. #$%& Jeans'ten giyindiğimizi düşünsene mesela.. Şimdi ben orayı yazmadım ya, hepimizin aklına papatya tarlaları geldi:)</div><div><br /></div><div>Aklıma Simpsons'tan tatlı bir sahne geldi. Lisa hoş bir oğlanla tanışır:</div><div>L: Demek İrlandalısın.<br />H: Evet.<br />L: Demek baban müzisyen.<br />H: Evet.<br />L: Şey acaba..<br />H: Hayır Bono babam değil.</div><div><br /></div><div>Acaba ilk önce kim U2 coverlayacak; Gregorian vs Ferhat Göçer. Bunu Googleladığımızda Gregorian'ın With or Without You ile önde olduğunu görüyoruz ki bu sevindirici. With or Without You'nun doğru düzgün bildiğim tek U2 şarkısı olması da güzel hem.</div><div><br /></div><div>Belki dinleyip severim diye yeni grup dinlemiyorum. işin yoksa bütün şarkılarını dinle, sevdiklerini bul falan çok sıcak ya. Bu sıcakta oturup bu kadar yazmam bile aptalca bir hareketti. Ama Ferhat Göçer meselesini söylemeliydim. Bu konuda hassasım. Öpüldünüz. </div>Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-68206416736384420152011-06-29T22:51:00.004+03:002011-06-29T23:53:21.521+03:00Realizmi Severim.Ülkedeki bütün 13 - 25 arası gençleri toplayıp İngilizcenin daha havalı bir dil olmadığını anlatmak istiyorum. "Oh I hate paper work!" yazan arkadaşım, iki saat önce şehriye çorbası içiyordun bizi mi yiyorsun böyle?:) "Cehennem evet!"in bir "Hell yeah!" olmaması konusu beni zerre kadar ilgilendirmezken hangi dilde "Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan, beni bir gözleri ahuya zebun eyledi felek" denilebilir mesela, bunu düşünelim. Gerçi bu güzel şiirin ne kadar Türkçe olduğu üstünde hayli tartışılabilecek bir konu. Ama zannederim şuna kimse itiraz edemez: "Sen bana bakma ben senin baktığın yönde olurum."<div><br /></div><div>Hayatımda bir zamanlar önemli olup zamanla bu yerini yitiren herkes için bir doğa gerçeği: Leoparın kuyruğuna basılmaz.</div><div><br /></div><div>Yüzü güzel olup da şişman olan kızların hepsini uyarmak, "Çok güzelsin tatlım, biraz dikkat et" demek istiyorum. Ama belki yüz güzellikleri kilolarından kaynaklanıyordur, bilemeyiz.</div><div><br /></div><div>Facebook'ta "Kadınlar ne ister?" sorusunu yanıtlayan erkeklerin kadınları tanımadığı açık. Onlar "Hep daha fazlasını" diye yanıtlamışlar. Kilo almamak daha realist olabilirdi bence.</div><div><br /></div><div style="text-align: center;"><img src="http://t2.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcQgQ2y62qbcbE0AWBvsgH-Tzd1vErSLguLqx50tzarGcB89N4Dosg" /></div><div style="text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: left;">Realist insanlar romantik filmler izlemezler. Romantik filmlerin amacı "Ah ben de bir gün böyle bir aşk bulacağım" demektir. Biz ise böyle aşklar yaşamadan öleceğiz. Boşverelim bunu Jennifer Aniston bile aldatıldı tatlım, biz kimiz ki? Olay romantik filmde bitiyorsa bu kadının mutlu bir hayatı olmalıydı değil mi? Ve hayat ne kadar sorularla dolu.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Bu kadar güzel şarkılar, güzel filmler, güzel kitaplar varken bazı insanların nasıl olup da hayatı sevemediklerini anlamıyorum. Bir de bu yıl inanılmaz bir hızla geçti. Ka bir tekerdir ve döner işte.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Her yaz acayip bir haller oluyor bana ve yılı baştan sona değerlendiriyorum. Benim gibi hayatında okulundan başka işi olmamış insanlar için takvim dediğimiz şey eşittir okuldur. Okul yoksa yıl bitmiştir. Yazsa yıl dışında kalan eğlencelik şirin bir zaman dilimidir. Eylül dediğimizde yeni yıl başlar ve yeni yıl arada bir doğum günü havasında geçer. Şu an baktığımda kısacık, miniminnacık gibi görünen bu yıla aslında baya bir şey sığdırdım.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Üniversite falan diyince kulağa çok acayip geliyor, ne bileyim tam da büyümedim galiba. Aslında bazen kendime aşırı küçük geliyorum. Nerede çocuk, nerede genç kız, nerede genç bir kadın gibi davrandığım pek belli olmuyor galiba. Kendime ben de şaşırıyorum, büyüdüm ya. Neredeyse 20 olacağım. 20. Bildiğin 20 yani. "Teenager" son yaşımı yaşıyor olmam beni çok heyecanlandırıyor olmasına rağmen büyümeyi eskisi kadar istemediğimi anlıyorum. 6 yaşımda hayata 25 yaşımdan başlamak istiyordum, kreş gösterimizde kusursuz bir papatya olmuştum başımdaki kartondan şapkayla. İlkokulda Harry Potter'cılık oynuyorduk mesela. Birçok büyüyü ezbere biliyordum. "Expeliarmus" diyince karşımdakinin elindeki kalemi yere atması gerekirdi. Ortaokul mezuniyetinde giydiğim kep çok önemli bir şeymiş gibi geliyordu. Lisede trigonometri çalışırken oturup ağlamıştım. Evet yapmıştım bunu. Olmayan şekillerin, olmayan kenarlarının, olmayan oranlarını öğrenemiyor olmak dünyanın en sinir bozucu şeyi gibi geliyordu. Geçen sene dershaneye giderken Blind Guardian kulaklarıma "You're not alone" diyordu.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Hep çocuk kalmak istemedim. Çocukluk baya sancılı bir şeydi. 5 yaşındaki kimse hep 5 yaşında olmak istemez. 14 yaş ise bir şeylere karar verecek kadar büyük ve uygulayamayacak kadar </div><div style="text-align: left;">küçük olmak da hoş bir olay değildi. Ölene kadar 19 kalabilirim ama. Ah aman tanrım, şimdiden yaş kompleksine giriyor olamam değil mi? Sonsuza kadar 19 olmak istiyorum. </div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">"Zeki insanlar beynini, aptal insanlar kalbini dinler." Beyinden ayrı atan bir kalp bilmiyorum. Kalpten ayrı çalışan bir beyin bilmediğim gibi.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Her şey onların ne kadar basit olduğunu göremeyeceğimiz kadar karmaşık. Sanırım haşlanmış mısır yemek bende alkol etkisi yaratıyor. </div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">Sıcak mı soğuk mu karar veremediğim hava odanın için geziniyor şimdi. Saçlarımı okşuyor hızlı esen bir rüzgar, keşke yalnız bunun için sevseydim seni. :)</div><div><br /></div>Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-17508140878093627252011-06-21T21:32:00.004+03:002011-06-21T22:29:01.597+03:00Sting'le Ölümcül Sorular"Duyduğun en anlamsız şey neydi?" diye sorsalar "Oy bacanak bacanak sen bu zilliyi bırak" türküsünü bile es geçerek " 'Kedi canını senin' söz öbeğidir." derim. Kedi canını senin ne be?! Hayır bir kere cümle değil. Cümleleri yarım bırakmak Türkçe'ye hiç gitmiyor, bakın cidden. "Ananı senin" dediğimizde sevimli oluyor mu mesela? Kedi canını senin nasıl sevimli olabiliyor ya da sevimlilik belirtiyor? Hay Allahım ya, of demeyin şöyle şeyler.<div><br /></div><div>21 Haziran'ın en uzun gündüz ve en kısa gece olmasını "One stand ilişkiler tehlikede!" şeklinde yorumlayan insanlar tanıyorum. Coğrafya bilgilerimizi seviyorum. </div><div><br /></div><div>Çevresinde hoşlanılmayan kızların futbola aşırı ilgi göstermelerini erkeklere "kafa kız" imajı vermeye çalışmalarına bağlıyorum. Şahsi gözlemlerime dayanarak onlara acı bir haber vermem gerekirse: Kızlar, erkeklerin bunları konuşmak için erkek arkadaşları hali hazırda var. Kendiniz olun bebeğim:)</div><div><br /></div><div>İlkokuldayken ne güzel 48lik pastel boyalar vardı. Altın ve gümüş rengi boyaları olmak aşırı statü farkı yaratıyordu. Şimdi ne bileyim iPhone'u, Blackberry'si olanlar bana 48lik pastel boyası olan çocuklarmış gibi geliyor.</div><div style="text-align: center;"><img src="http://t0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcTCK6SMhMIokhsy7IixoGGxClEnXWw7wMTmNp0QHWpwOJQccpif-Q" /></div><div>Mesela Sting şimdi bize gelse "Bi' Shape of My Heart söyle abi" derim. Anlamaz muhtemelen. Domuzluğumdan İngilizce'sini söylemem. Müzikle bunu anlatmaya çalışırım. Evrensel dil neticede.</div><div><br /></div><div>"Duyduğun en güzel şarkı ne?" deseler baya düşünmem lazım. Of çok güzelleri var ya. A Question of Heaven nasıl güzel bir şey mesela. "My spirit begins to rise" bölümünde "Allah Allah" diyesim geliyor böyle ama şey tadında Çile Bülbülüm söylermişcesine:D There Is A Light That Never Goes Out var mesela. Lethe'yi de severiz. Strawberry Fields Forever mükemmeldir. Tonight da çok tatlı ne bileyim, sormasınlar böyle şeyler.</div><div><br /></div><div>Sting "Duyduğun en güzel şarkı ne?" diye sorsa "Shape of My Heart" derim. Mutlu olsun isterim adam. Sonra bir anda sinirlenirim. "Kupaymış, kalpmiş kelime oyunları yapma bana sarışın!" diye bağırırım Sting'e, ayıp ederim.</div><div><br /></div><div>Her anını Twitter'a, Facebook'a yazan insanlar var. "Guitar Hero oynuyorum" diye bunun resmini çekip aynı anda nete koymuş. Ay onu gönderene kadar kır bacağını oyna ya, bu nedir?Sinirlendiriyorsunuz beni valla.</div><div><br /></div><div>Bazı filmleri kötü olduğu için popüler oluyor. Kendine ve zekasına güveni olmayan insanlar filmi izliyor ve hiçbir şey anlamıyor. Sonra ya ben anlamadım ama herhalde çok derin bir şey bu diyorlar. Sonra da o filmin derin olduğunu başka insanlara söylüyorlar ve bu bir döngü halinde devam ediyor. Mesela su döngüsü gibi. "Su döngüsü nasıldı?" diye sorsalar "Aç Google'ı bak bre deyyus!" diye bağırırım şu an.</div><div><br /></div><div>İngilizce'de "Queen" olan kartın bizde "Kız" olması ciddi bir aşağılama. Kraliyet unvanlarını falan hiç takmıyoruz bak:)</div><div><br /></div><div>Youtube'da her videonun altına "Arkadaki parça ne?" yazmak için para alan insanlar olduğunu biliyor muydunuz? Tekrar düşünün. </div><div><br /></div><div>Her 5 Kasım'da "5 Kasım'ı hatırla, 5 Kasım'ı hatırla" olayına girmek istememe rağmen her 5 Kasım'da bunu unutmuş oluyorum. Havlu Günü'nü de kaçırdım bak. Bir de yeni arkadaşlık tanımı olarak: Facebook haber vermeden doğum gününü hatırlayan insan gerçek arkadaşındır. Ya da hafızası iyidir. Bilemeyiz. </div><div style="text-align: center;"><img src="http://t0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcSObMWKWdAUrd96aGSTd8gq-EGnaUMPozvGArQyk4f83y3M0dRktA-nKQv2" /></div><div>Şu an biri gelse "En sevdiğin Beatles şarkısı ne?" dese, isyan ederim artık. "Her şeyi bana sormayın. Çok soru soruyorsunuz bebeğim" derim. Sting sorsa bile takmam. Amerikan güreşçisi Sting sorarsa tırsarım. Yerime sinip "Strawberry Fields Forever" derim. Ya da "Oğlum full showsun sen yae" derim. O derece. Öptüm bebeğim sizi. </div>Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-84402700487627269522011-05-16T19:43:00.003+03:002011-05-16T20:30:19.674+03:00Su bir element değildir.<div style="text-align: center;"><img src="http://t3.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcSJ2RCjHYb0OkyNV6sKiEX6yW60riJLiijx4CzoCHtMOMxccrPZ" /></div><div>Dört. Kusursuz simetri. Kare. Elmas. Dünyayı var eden dört elementi ateş, su, hava ve toprak olarak bilmem ne son hava bükücü avatarın işiydi, ne Illuminati'den etkilenen bir çocuktum. Bu tamamen Luc Besson abinin işiydi. Beşinci Element'i ben de izlemiştim ve kusursuz dengeyi sağlayan dört elementi tabi ki ben de biliyordum. Hatta beşinci element de Milla Jovovich'ti, Bruce Willis ile öpüşünce dünya bile kurtulabilirdi ama tabi ki bunlar sadece filmdi. Beşinci element falan diye bir şey yoktu, aslolan dört elementten başka bir şey yoktu.</div><div><br /></div><div>Anneme elementlerin ne olduğunu sorduğumda "Dünyadaki dengeyi sürdüren şeyler" olarak tanımlamıştı. Yani onlarsız yaşam imkansızdı. Havayı, suyu anlayabiliyordum da ateşsiz yaşayamama düşüncesi minik kafama bir türlü sığmıyordu. Bırak çiğ eti, az pişmiş bir eti yeme düşüncesi tüylerimi diken diken ettiğinden tanrılardan ateşi çalıp insanoğluna getiren Prometheus'a hak ettiği saygıyı göstermeyi öğrendim daha sonra. </div><div><br /></div><div>İlk okulda bir seviye tespit sınavı olmuştuk. "Hangisi bir element değildir?" diye bir soru vardı. Henüz elementleri falan işlememiştik. Ama ben genel kültürü olan bir çocuk olarak elbette ki elementleri biliyordum. Ne işaretlediğimi tam söyleyemem ama doğru yanıtı hatırlıyorum. Yanıt "Su"ydu. </div><div><br /></div><div>Dehşete düşmüş, kandırılmıştım. Su, elementlerden belki en önemlisiydi. Kesin sınavda bir yanlışlık vardı. Sınavda yanlışlık olmadığını ise bir süre sonra anladım.</div><div><br /></div><div>Dersteydik ve "Elementler"i işlemeye başlayacaktık. Sarışın bir hocamız vardı, sevimli ve güzel bir kadıncağızdı. Hayat Bilgisi derslerinin fen ayağına giren derslerini onunla işlerdik. Dersin başında bize elementin tanımını bilen biri olup olmadığını sordu. Gururla elimi kaldırdım. "Elementler dünyanın dengesini sağlayan şeylerdir. Onlarsız yaşayamayız." Hoca sarı saçlarıyla asla uyum sağlamayan siyah kaşlarından birini kaldırdı. "Onlarsız yaşayamayız ha?" Bir süre düşündü. "Yoo, yaşarız."</div><div><br /></div><div>Şimdi düşündüğümde duraksayıp düşünmesinin nedenini anlamlandırmaya çalıştığımda aklıma onun aklına element olarak ilk altın ya da gümüşün gelmesi geliyor. Kadınlar altınsız ya da gümüşsüz yaşayamayabilirler:) </div><div><br /></div><div>Sonra elementlerin kendinden başka maddeye ayrışmayan, cins, saçma sapan bir şeyler olduğunu öğrendim. Dünyanın dengesiyle zerre kadar ilgileri yoktu. Pentagramın 4 kuyruğu olmaları söz konusu bile değildi. Su dediğimiz nesne ise bir bileşikti. </div><div><br /></div><div>Bileşik? Bu 4 elementten belki en önemlisi olan "Su"ya yapılmış, yapılabilecek en büyük hakaretti. Denizleri, okyanusları oluşturan, yaşamın başladığı yer su bir element değildi de dandik bir radon elementti, ha? </div><div><br /></div><div>Bu benim doğru bildiğim bütün dünya dengelerine ihanetti. Fen Bilgisi'ymiş. Hah. Bu insanlar kim oluyorlardı da Illuminati'nin kabul ettiği terra, aer, aqua ve ignis'i sorguluyorlardı? Ben daha o gün MF seçmemeye karar verdim. Fizik, kimya, biyoloji değildi dünyayı ayakta tutan. Şüphesiz ki benim biyolojik yapım, vücut kimyam ve bütün fiziksel özelliklerimle Galile'nin, Hegel'in gittiği yoldan gitmek istiyordum:D benim için element 4 şey demekti ve insanları ne yapmak istiyorlarsa onu yapmakta özgürdü. Ben pentagramın beşinci ve son üyesi insanoğluydum. Element görüşleri kurşun, berilyum ya da azottan ibaret olan hiç kimse beni anlayamayacaktı.</div><div><br /></div><div>Elementler olmadan yaşayamayız, gerçekten.</div><div><br /></div><div style="text-align: center;"><img src="http://t0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcQLSyWETjmPl23NY5AtfLXAJaX0N_gZLlbHHhCGfPY5XUMc5e3vyQ" /></div>Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-45268175715610134972011-04-25T17:54:00.003+03:002011-04-25T18:42:08.591+03:00Evrenin SırrıBazen bir dükkanın önünden geçsem ve orada çocukluğuma dair bir şarkı çalsa ben de kendime salak salak gülümsesem istiyorum. Bazen bu oluyor.<br /><div><br /></div><div>Bugün Dost'a gittim uzun zaman sonra. Yeni bir kitap çıktıkça sinirleniyorum resmen. Okumadığım, okumayı istediğim öyle çok kitap varken lanet adamlar her an yenisini yazıyor ya... Güzel bir arya çalıyordu girdiğimde. Duru bir soprano sesi hayatım boyunca anlamayacağım İtalyanca kelimeleri ahenkle birbiri ardına diziyor, yaylı çalgıların sesi kitap kapaklarına sürünüp kulaklarım doluyordu. Bu şiirsel sahneyi bozan tek şey vardı: Bir ses. "Gız bu kitapları buraya ben mi kodum?! Organizasyonuna gızım senin..." Güzel bir şeyimi bozmuşlarcasına kalbim kırıldı, çıktım hemen. Yeri gelmişken asgari ücretin 629 lira olduğu ülkede bir kitabın 20 lira olmasından nefret ediyorum.</div><div><br /></div><div>Sevdiği bir şarkıyı sırf batıl inançları yüzünden iPoduna atmayan benden başka biri var mıdır acaba? Ayrılıklı, seni şöyle hatırlayacağım'lı şarkıları iPoduma atmıyorum. Wild World güzel şarkısın ama seni listelerime atmıyor olmamın nedenini biliyorsun bebeğim. Tatlımsın yoksa.</div><div><br /></div><div>Bazen sanki çok uzun bir kış uykusuna yatıp kalkmışım bu arada dünya değişmiş gibi bir hisse kapılıyorum. Tam "Who the fuck is Justin Bieber?" kısmını atlamış ve Justin Bieber'ın kim olduğunu öğrenmişken Rebecca Black çıktı şimdi de, iyi mi? Durun Kanye West kim, Lady Gaga'nın yeni şarkısı mı çıkmış derken her şeyi kaçırıyorum. </div><div><br /></div><div>Okulda geçen "evrenin sırrını asla bilmeden ölecek olmamız ne kadar acı" gibi bir muhabbet geçti. Isaac Newton, Einstein bunu bilmeden öldüler, biz kimiz ki lan, acı falan değil işte.</div><div><br /></div><div>Evrenin sırrından daha etkileyici şeyler var. Mesela tavus kuşu tüyleri. Dünyada pek az şeye böyle hayranlık duyuyorum sanırım. Büyülenmiş gibi, aptal aptal bakıyorum böyle. Nasıl bir güzelliksiniz siz ya, of. Biz insanlar, sahiden çirkin yaratıklar olabiliriz.</div><div> </div><img src="http://t2.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcRa0-rmoioZKrlQ-1UHSsKvck1ORAL2gZyNf14xO3Zm_CIm2tj-3g" style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 192px; height: 160px;" border="0" alt="" />Az önce bahsettiğim kış uykusu durumunun bir de duygu ayağı var. Pastel efektli birbirine sarılan insanların fotoğraflarını sevmiyorum, sevemiyorum. Ah Tumblr, hep senin başının altından çıkıyor bunlar. Ben de isterdim söz ettiğim fotoğraflardan birini koyup aşka dair şeyler yazmak açıkçası. Ne bileyim insan daha duygusal, daha derin hissediyor ama benim derinliğim "Einstein bilmiyordu oğlum evrenin sırrını, biz kim oluyoruz ki?" seviyesinde takılıp kalıyor. Ne bileyim tanımadığım belki de aslında sevgili bile olmayan insanların sarıldığı fotoğrafın altına niye aşka dair şeyler yazayım ben? Hani niye aşka dair yazayım daha güzeli? Tavus kuşu tüyü daha güzel bir şey bakın, gerçekten. Şu fotoğrafı başka bir ışıkla çeksen güzel değil ama tavus kuşu tüyünü her ışıkla incele, oh mis. Mükemmel. Kusursuz. Öptüm hepinizi tavus kuşlarım benim.Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-71638995734440175162011-04-11T00:36:00.003+03:002011-04-11T01:15:19.459+03:00Çin DiliÖncelikle, eğer blogger şifremi tek seferde hatırlayabilsem daha fazla yazardım belki. İkinci olarak, şu anda kanuni olarak girip giremeyeceğimi bilmiyorum. Sahi açıldı mı blogger?<div><br /></div><div>Havalar iğrenç bu ara. Twitter'da okuduğum hoş bir tespite göre: "Havalar böyle giderse bu sene Demet Akalın ve Sertaç Ortaç şarkı yapamayacaklar." Kışlıklarımı kaldırır kaldırmaz havaların bu denli soğuması Murphy'nin mi yoksa evrenin mi bana el hareketi çekme şeklidir artık karar veremiyorum. Neyse ki emektar hırkalarım her tişörtün üstüne tatlı bir kombine oluşturarak beni soğuktan korumakta. Ama bu havaların iğrenç görünmesini ve herkesin moralinin yerlerde olmasını etkilemiyor tabi. Herkesin umutsuz ve keyifsiz olmasının benim enerjimi düşürmesine izin vermemeye çalışsam da insanların neşeden yoksun kalpleri beni hasta ediyor.</div><div><br /></div><div>Hepimiz birer küçük Robert Langdon olduk. Şifre, şifre, şifre. Bu sene sınava giren bütün arkadaşlarım için üzülürken sınava geçen sene girdiğim için de mutluyum. İşte hayatla ilgili başka kaygılarım var. İnsandan insana, zamandan zamana nasıl değişiyor bunlar. Bazen bir şey için üzülmek, üzülecek şeyi daha fazla olan insanlara saygısızlık gibi geliyor. Bu ara ülkedeki 18 yaşındaki neredeyse herkes sisteme falan söverken Japonya'da millet aileleri için ağlıyor mesela. Gerçi böyle düşününce de yaşamak zor ya, neyse. Yaşamak zor.</div><div><br /></div><div>Japonca öğrenmek isterken ki en büyük amacım animeleri altyazısız izlemekti. Geçen bir Japon filmi izledik ve "Desu" ve "Watashi" dışında pek bir şey anlamadım, bu da bir şey:D Züğürt tesellisi rulz bazen:)</div><div><br /></div><div>Deliler gibi Spartacus ve Survivor izliyorum, durduramıyoruz. Neden bu kadar ilkelliğe sardım bu ara bilemiyorum ama sırf Nihat Doğan'ı izlemek için bütün cumartesi programlarının iptal edildiğine eminim:) Gerçi gönüllülerdeki Taner de hoş:)</div><div><br /></div><div>İnsanın erken kalkması gereken günlerin gecesinde asla uykusu olmaması ve erken kalması gerekmeyen günlerde saat 7de ayağa dikilmesi aynı sebepten kaynaklanıyor olabilir mi acaba? İkiniz de tatlım değilsiniz bebeğim!</div><div><br /></div><div>Facebook'uma bakınca her 10 Türk gencinden 8inin Türkçeyi bilmediğini çıkarıyorum. Bu da Türkçe olimpiyatlarındaki adamlara saygımı arttırıyor. Hakikaten zor dil vesselam. Bizim "Çinliler 7 yaşında kadar doğru düzgün kendi dilini konuşamıyormuş" şeklindeki şehir efsanemiz Çin'de "Türkler 19 yaşında bile kendi dilini pek konuşamıyormuş" şeklinde var mıdır acaba? Hayır varsa doğru yani, onu söyleyecektim.</div><div><br /></div><div>Öpüldünüz. :*</div>Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-34066635622408482292011-03-05T00:53:00.001+02:002011-03-05T00:53:58.484+02:00Seni kapatamazlar Gezegen tatlım, bizi kapatmazlar (:Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3434582450871688069.post-6245970994019931732011-02-17T00:25:00.004+02:002011-02-17T01:17:16.504+02:00Eskiler vs Yeniler<div style="text-align: left;">"Yeni olan her şey güzeldir." diye bir cümle okumuştum yıllar önce bir dergide. Yeni yıl için yazılmış bir cümleydi ve buna yürekten inanmıştım. Yeni yılı bu denli seven biri olarak bunu düşünmem şaşılacak bir durum değildi. Ama 19 yılın bana öğrettiği bir şey varsa o da yeni olan "her şeyin" güzel olmadığı oldu. Yeni sivilceler, yeni kilolar ve yeni sınıflar her zaman güzel olmayabilirler.</div><div><br /></div><div>Yeni olan her şeyin güzel olmaması gerçeğinin yanı sıra eski şeylerin daha hoş olduğu sayısız durum vardır. 1960ların elbiseleri, 80lerin rock şarkıları, Yusuf İslam'ın Cat Stevens olduğu yıllar buna örnek teşkil edebilir. Gerçi 80lerin modasını düşündüğümüzde bir yenilik taraftarı olup çıkabiliriz. Ama söz konusu yıllarda Doctor Who'nun senaryosunu Douglas Adams yazdığından moda pek de önemsenecek bir husus olmayabilir. Doctor Who'nuzu izleyip sonra Scorpions'un "yeni" şarkısını dinleyebildiğiniz günlerden söz ediyorum. Gerçi o günlerde de söz konusu şarkıyı bulmak son derece zor olabilir. Kaset sarmak çok hoş bir iş değildir gerçekten. CDler bu yüzden güzel. Scorpions'un söz konusu şarkısını bir sürü şarkının olduğu listelerden şak diye bulabildiğimiz MP3 çalarlarımız olduğu için şanslıyız. Yeni olan bazı şeyler güzeldir.</div><div><br /></div><div>Kanımca Mp3 çalarlardan daha güzel bir icat varsa o da şort mayolardır. Plajlarda yıllarca hüküm süren slip mayo eziyetini bitiren her türlü icadın arkasında sıra dağlar gibi durabilecek onlarca kadın tanıyorum. Fakaat... Gelin görün ki gelenekselci abilerimiz mayolarını feda etmeyi her zaman istemeyebilirler. Bunun canlı kanıtlarını görmek her zaman mümkün ve bu hususta onları desteklemiyorum. Bundan daha da geleneklerine düşkün insanlarsa mayo bile giymeyi reddedebilirler ki bu bizi daha da çıkmaza sokabilir. Çünkü bu insanlar ya hiç bir şey giymezler ya da denize donlarıyla girmek konusunda ısrar ederler. İkisi de birbirinden kötü bu iki durumdan ikisi de beni mutlu etmediğinden bu hususta ateşli bir yenilik taraftarı olduğumu söylemeden geçemeyeceğim.</div><div><br /></div><div>İnsanın çılgın bir özlemle eski günleri özlemesinin başlıca nedenlerinden biri de kuşkusuz Nihat Doğan gerçeğidir. Adamın zaten tatsız bir sitcom esprisine benzemesi yetmez gibi her türlü anlamsız şakanın adama mal edilmesi gönlümüze taht kurmaktan çok uzak durumlar. Hele ki sayın Doğan'ın "Barış için gerekirse soyunurum" dediği düşünülecek olursa her günü bir bayram havasında geçirip bütün küsleri barıştırmak, ülkelerin petrol kaynaklarını yakarak her türlü olası savaş nedenini yok etmek istiyorum.</div><div><br /></div><div>Yeni günlerin güzel yanlarından biri Harry Potter serisidir. İnsanların yıllarca Harry Pottersız yaşadığına inanmak oldukça zor. Gün gelecek Harry Potter okumamış her yetişkin onsuz geçen her çocukluk günü için diz çöküp ağlayacak.</div><div><br /></div><div>Eski günlerin en hoş yanlarından biri yaşanan aşklardır. Çünkü aşk eskiden böyleydi:</div><div><span class="Apple-style-span" style="color: rgb(0, 0, 238); -webkit-text-decorations-in-effect: underline; "><br /></span></div><div><span class="Apple-style-span" style="color: rgb(0, 0, 238); -webkit-text-decorations-in-effect: underline; "><img src="http://cur-cuna.com/tr/eglence/galeri/image/gale002428.jpg" border="0" alt="" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 430px; height: 300px; " /></span></div><div><span class="Apple-style-span" style="-webkit-text-decorations-in-effect: underline; "><br /></span></div><div>Şimdi yazıyı toparlayalım. Yeni olan her şey güzel değildir. Hem eskinin hem yeninin hoş yanları var. Douglas Adams öldü. Nihat Doğan'a alışmamız gerekiyor. Şort mayolar hiç bir zaman tam olarak benimsenmeyecek ve yarım kilo yeşil mercimeğin bir kadının aşkını kazanamayacağı herhangi bir zaman dilimi yoktur. Öpüldünüz.</div>Dinahttp://www.blogger.com/profile/06978867370060724435noreply@blogger.com0