Yalnız Gezegen

welcome

Siz Buraya Daha Önce De Gelmiştiniz. Tabii Gelmiştiniz Ya... Tabii. Ben Gördüğüm Yüzü Asla Unutmam. Buraya Gelin De Elinizi Sıkayım! Bir Şey Söyleyeyim Mi? Sizin Yüzünüzü Bile Görmeden, Yürüyüşünüzden Tanıdım. Castle Rock'a Dönmek Için Bundan Daha Iyi Bir Gün Seçemezdiniz.

Fanlı Alabalık


Çocukluğuma dair en canlı görüntülerden biri -nedense- bir magazin programından. Gülben Ergen konserinde Gülben Ergen tel örgümsü kafeslerin arkasında duran seyircilerin zar zor çıkardığı parmaklarına değerek dolaşıyor ve şarkısını söylüyordu. Hayranları ağlıyor, şarkıya çılgın bir şevkle eşlik ediyorlardı. Sonra gayet sıradan gözleri, sıradan saçları ve sıra dışı kilosu olan bir kız sıra dışı bir çoklukta ağlayarak Gülben Ergen'in ellerine bir defter tutuşturdu. Defterin her sayfası gazetede, dergilerde çıkan -her halde her- Gülben Ergen haberi ve resmini içeriyordu. Gülben Ergen çok duygulandı ve kıza bileğindeki muhtelen değerli bilekliğini verdi. Ve ben hayatım boyunca o kıza özendim. Bilekliği kapmış olmasına değil, hayır. Bir şeyin bu denli fanı olabilmeyi çok istediğim için. Evet, bileklik fena olmasa da bir şeye bu denli aptalca bir sadakatla bağlı olabilmeyi çok ama çok isterdim. Yaşamayı daha kolay ve güzel kılardı kuşkusuz.

Bir kimseye hayranlık göstermek konusunda bir TV kumandası düzeyinden öteye gidemediğim için kendimi suçlayamıyorum. Har sabah gazeteyi "Acaba X haberi var mı?" diye açmak, gazete küpürlerini kesmek, "Xle yatıp, Xle kalkıyorum" demeyi elbette ki ben de isterdim. fakat son cümle hayranlığımın Backstreet Boys konusunda olması ihtimaliyle beni hoş olmayan durumlara sokabilirdi, ki bunu istemeyiz.

Eskiden baya meşakkatli olan bu hayranlık işi Facebook'la daha kolay bir hale gelmeye başladı kuşkusuz. Şimdiler de "Beğen" tuşu bir aralar "Become a Fan" idi ki bu bazen bence komik cümleler doğurmaktaydı. "Mükerrem, Fıstık Ezmesi ve Kırmızı Çoraplar'ın hayranı oldu" bunlara örnek gösterilebilir. Mükerrem diye bir arkadaşım olmaması gerçeğinin dışında kırmızı çoraplara benim de bir hayranlığım olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

Ben kıskanç bir insanımdır. Söz konusu fan sayfalarında "X çoook güzelsin, X'i en çok ben seviyorum" "Yo yo yo bebeğim en çok ben seviyorum" muhabbetleri yapabileceğimi sanmıyorum. Ben birinin fanı olsam Kaya Çilingiroğlu'nun fanı olurum. Böylece adamın tek fanı olurum, kimseyle paylaşmak zorunda kalmam. Kaya Çilingiroğlu Fan Club kurarım ve tek başıma eğlenirim, böylece kimsenin ağız kokusunu da çekmem. Kendim patron, kendim üye. Oh mis valla.

Benim en sevdiğim olaylardan biri ticari markaların de bu ara "Facebook'ta Y'nin hayranı olun" kampanyaları yürütmeleri. Bir dergiye hayran olursun, bu ay neler var önceden öğrenirsin. Bir kanala hayran olursun yayın akışını, dizileri bilmem neyi takip edersin. Bir mağazaya haran olup indirimleri takip edersin. Buraya kadar güzel pekiii "Parisli Cemil Kuaför Salonları"na neden hayran oldunuz ey insanlar? :) Alarko Carrier hayranları... Sizlere soru bile sormuyorum.

Beni "şarz", "herkez", "bende seni seviyorum" ya da "kandil simidimizi denedinizmi" kadar rahat rahatsız eden bir şey varsa bu da "X FUN CLUB" yazısı görmektir. Sanki bu klüplerde adamı sevip saymıyorlar da onunla dalga geçiyorlar havası var. "X o ne şarkı lan öyle?" "Ahahaha X, o röportajı insan olan verir mi olum ya?" diyaloglar bekliyorsanız üzgünüm, bunlar da hayran klüpleri. Buralara girmek için birinin gerçekten sevmeniz ve İngilizcenizin kötü olması yeterli özellikler.

Yazıma son verirken okurlarım için güzel dileklerde bulunmak istiyorum. Allah hepinize sabahın köründe -ya da gecenin köründe- World of Warcraft sırasına girmiş genç dinçliği ve Japon fan genç kız azmi versin.

Öpüldünüz:*

Ben Bazen 20yimdir



Artık sayısal olarak "teenager" olmayışımın devrimsel bir şey olacağını düşünmüştüm. Şimdi aklımdaki tek şey anaokulu anaokulu ya da kreş kreş gezip bulduğum bütün minik bünyelere "Büyümenin bir olayı yok bebeklerim" demek. Problem çocuklar?

Galiba hayatım boyunca 18 yaşıma girmek için yaşadım. 18 yaş, çocuksu resimlerde M şeklinde dağların ardından görünen minicik güneş gibi bir şeydi. Gerçi 18 olunca da pek bir değişmemişti. Artık kimlik sorulduğunda gururla kimliğimi gösterebiliyordum sadece. Hoş bu durumdan iki yıl sonra bile ben hâlâ "Yaşımız tutuyor mu?" denilen kızdım ama bundan rahatsızlık duymuyordum. 18 olduktan sonra büyümek anlamsız bir hale geldi.

Ben küçükken topuklu ayakkabılara aşıktım. Anneme kızıyordum. Bir insan yaşı da uygun olduğu halde nasıl topuklu ayakkabı giymezdi? Ben bir büyüyecektim ki görecekti herkes. Evde bile topuklu ayakkabılar giyecektim. Sonunda topuklu ayakkabı giyebilecek yaşa geldiğimde annemi anlamıştım. Hiçbir şey spor ayakkabıların yerini tutamazdı. Topuklu ayakkabılar aslen 30 yaş kadınları için değil, 4 yaş çocukları için üretiliyordu. Çocuklar bunlara o denli özeniyorlardı ki zorla annelerine aldırıyorlardı ve ticaret gerçekleşmiş oluyordu. Endüstriler bu şekilde dönüyordu kuşkusuz.

Küçükken en özendiğim şeylerden biri yara izim olmasıydı. "Yara izim olmadan ölmek istemiyordum" Yara izi yaşanmışlık demekti. Yara izi hayattasın demekti. 4 yaşımda hayatta olduğuma dair bir kanıt aramıyordum tabi ama yara izi bir şeyler atlatmışsın ve büyümüşsün demekti. 20 yaşıma geldiğimde bir sürü yara izim var ve büyümenin en güzel yanı belki de budur. Yara izlerimi seviyorum. Çünkü yıllardır değişmeyen bir şey varsa o da yara izlerinin yaşıyorsun demek olduğu. Çünkü yara izleri hâlâ yaşanmışlık anlamına geliyor.

Bazı şeyler değişir. Ve bazıları asla değişmez. Ben hâlâ yemekten patlamasına rağmen üstüne bir de tatlı yiyebilen, soğuk içecekleri her zaman sıcak içeceklere tercih edebilen, kahve içince uykusu gelen, güzel bir ses duyunca hâlâ gözleri dolabilen, başucunda ayısıyla uyuyan, çizgi filmleri seven ve en sevdiği şey hâlâ annesinin kucağında oturmak olan kızım. Ben, bazen 20yimdir.

Ben bazen 20yimdir. Hâlâ insanlara inancım yok. Vişne likörlü çikolatalara, anneme ve kar yağışına inanıyorum. Cam balkonları sevmiyorum ve keşke yalnız bunun için sevseydim seni:)