Yalnız Gezegen

welcome

Siz Buraya Daha Önce De Gelmiştiniz. Tabii Gelmiştiniz Ya... Tabii. Ben Gördüğüm Yüzü Asla Unutmam. Buraya Gelin De Elinizi Sıkayım! Bir Şey Söyleyeyim Mi? Sizin Yüzünüzü Bile Görmeden, Yürüyüşünüzden Tanıdım. Castle Rock'a Dönmek Için Bundan Daha Iyi Bir Gün Seçemezdiniz.

Sizler


Siz entellektüel değilsiniz. Şair değilsiniz. Filozof değilsiniz. Komünist değilsiniz. Derin değilsiniz. Devrimci değilsiniz. Zeki değilsiniz. Cesur değilsiniz. Sadece internet bağlantınız var.

Nükleer santral kurmasınlar. Çernobil faciası. Kanserler. Sakat doğan çocuklar. Radyoaktivitenin sonsuzluğu.

Hidroelektrik santral kurmasınlar. Doğal güzelliklerin yok olması. Derelerin kuruması. Doğanın dengesi.

Rüzgar santralleri kurmasınlar. Rüzgar santrali sendromu. Uykusuzluk. Halsizlik. Çirkin görünüm.

Her şeye karşısınız. Peki alternatifiniz ne? Alternatifiniz yok, çünkü siz yalnızca karşısınız. Ne yapalım'ı cevaplayamazsınız. Ne yapmayalım'a bir sürü yanıtınız var. Siz, netleri başında vatanını kurtaran, sosyal ortam edinmek amacıyla "çevreci" gruplara girmiş, oturduğu sandalyeden kalkıp ışığı kapatmaya üşenen gençlersiniz. Saatlerinizi net başında harcayıp, dünya sorunlarını MSN iletilerinizden değerlendiren, McDonald's'ta yemek yerken kapitalizm karşıtlığınızı Converseli ayaklarınızı birbirinin üstüne atarken tartışan ergenlersiniz.

Siz kendilerine ait düşünceleri olmayan, başkalarının düşüncelerini, başka birinin cümleleriyle ifade eden insanlarsınız. Asla sizin kadar derin, kültürlü, bilge biri olamayacağım. Kıskanıyorum sizi.

Ihlamur çayı içelim yarim


Addison hastalığı. Bu hastalığa sahip insanlar adrenalin hormonu salgılayamazlar. Bunun yerine melanin hormonu salgılarlar.

Bugün Addison hastalığım olmadığına emin oldum. Banyo yaparken her normal ve temiz insan gibi saçımı yıkıyordum. Saçımı durularken minik bir çıt sesi duydum ve akabinde kulağımda bir boşluk hissettim. Akan su ve beyaz fayanslar arasında düşen minicik küpemi ararken Addison hastalığım olmadığına emin oldum. Adrenalin, adrenalin, adrenalin.

Geçen sabah Seda Sayan'ı gördüm televizyonda. Bu makyaj ve televizyonculuk sihir gibi, büyü gibi bir şey sahiden. O makyaj, o çekim, peri kızına benzetiyorlar adamı.

118XX reklamlarının bir bakteri hızıyla çoğalıyor olması beni hayata dair uzun uzun düşünmeye sevk etmekle kalmayıp, kalbimin derinde bir yerine bir bıçak sokup çeviriyor. Böyle bir dünyaya çocuk getirilmemeli. Köpekler doğursun ama. Böyle bir dünyayı ancak minicik yavru köpecikler paklar.

Sevdiğim biri bana yalan söyleyince ve ben bunu farkedince sinirlenmiyorum hiç. Yüzüne de vurmuyorum. "Burada böyle böyle mantık hatası var, salak mıyım ben?" falan da demiyorum. Üzülüyorum sadece. "Bana niye böyle yaptı ki?" diye düşünüyorum. İnanmış gibi davranıp, onaylıyorum. Bir daha asla açmıyorum bu konuyu. Benim inandığımı düşünsün istiyorum. Bu insanları kendi vicdanlarına bırakıyorum sadece. Size inanıyorum sevdiğim insanlar, ama beni üzüyorsunuz.

İsim-Şehir-Hayvan oynamayalı baya oluyor. Artık N'den doğru düzgün bir hayvan olmadığını, P'den bir şehrimiz olmadığını falan bildiğimizden zevki de yok artık. Bazı bazı ilkokullara gidip bu gerçeği mini mini çocukların yüzlerine söyleyip kaçmak istiyorum.

Boğazı ağrıyan arkadaşıma "Ihlamur çayı" iç dedim. Ihlamur çayı ne be, ıhlamurdur o direk bebeğim.

Son ve minik bir not: İkinci paragrafta sözünü ettiğim küpemi buldum! :)

Vişne likörlü çikolata ve 7 Alan Wake


İyi bir giriş cümlesi olmadığını fark etmekle birlikte yazıma şöyle başlamayı uygun görüyorum: "ALAN WAKE OYNAYIN OĞLUM!!!bir!!1!!" Sahiden güzel bir oyun olmuş. Silent Hill'in gerilim dozunu ve aksiyon dozunu biraz arttırıp, yaratıkları ucubeden insana çevirip ellerine birer balta verince Alan Wake oluyor. (Şey aslında, düşününce baya farklıymış) Neyse Alan abi oyun ilerleyişi sırasında bir yandan da hikayesini anlatıyor ki, seslendiren kişinin sesi çok tatlı:) Oynayın işte kısaca. Ya da oynamayın, beni enterese etmez. Bana ne canım.

Bugün annemle Arya'yı gezdirdik. Köpek olmak gerçekten anlamsız bir şey. Hayatında çok fazla atraksiyon olmuyor doğal olarak ve konu gezme olunca çıldırıyorsun. Bir insan
olarak dışarı çıkacağıma asla bu kadar sevinemeyişime üzülüyorum. Bizim için sıradan bir şey, bir köpeciği mutluluktan çıldırtmaya yetiyor. Zaten normalde bile gülümsüyor gibi görünen kızımı mutlu görmek ayrı bir zevk. Kocaman cüssesi, sallarken resmen tokat atıyor gibi hissettiren kuyruğuyla bile ufacık bir çocuk o. Arya'ya sahip olmak demek, hiç büyümeyen bir çocuğun olması gibi bir şey.

Annemle Arya'yı gezdirmenin Arya'yı mutlu etmek ve annemle bir sürü alakasız şey konuşmak dışında şöyle hoş bir yönü var: Çikolata Evi! İçinde çikolata geçen bir şeyin kötü olma ihtimali baya düşük olmasına rağmen, bu Çikolata Evi'ni güzel yapan ayrı bir olay var: Vişne likörlü çikolata! Şimdi bu paragrafta durduk yere iki ünlem koyduracak kadar beni coşkulu şeyi yapan anlamayanlar için minik bir açıklama:

Bu benim.











Bu da benim siyasi görüşüm.


Yani bu şartlar altında vişne likörlü çikolata almak demek: siyasi eylem. Bu yüzdendir ki bu duruma iki ünlem az bile. Bütün ünlemlerim babam için geliyor: !!!!! :)

Kafamda durmaksızın introsu dışında hiç bir şeyini bilmediğim bir şarkı çalması iğrenç bir şey. Bir sözünü falan bulsam Googleyacağım. Googlelamak fiilini de seviyorum ayrıca, baya kullanışlı. Biraz sallama ve garip bir fiil olması sebebiyle biraz "Şirinlemek" fiilini andırıyor. Her neyse şarkıya dönecek olursak: Dın dın dın dırı dın gibi bir introsu vardı, hatırlayan varsa söylemeli. Teşekkürler derim:D

Ayrıca arkadaşlarım ya çok kibar insanlar ya da çok ilgisizler. Annemle günlerdir "Dünya'nın 19'laşması" muhabbetini yapıyoruz. Kara Kule'yi okuduğuna inanmıyorum hiç bir arkadaşımın. -Berkay'ı dışta tutuyorum- Yani açık seçik saçmaladığımızı düşünüyor olmalılar. Hiç bir şey söylemediklerine göre ya kibarlar ya ilgisiz. Gerçi insanlar "bzm şarkımızzzz" gibi muhabbetler yaptıkları için bizim "19'laşmak" muhabbetimiz bunların yanında göz yaşları içinde kalabilir.

Bu arada İngilizce kelimeleri daha çok İngilizceleştirme takıntısı bir tek Türklerde var sanırım. "Forever"ın yetmeyip "Forewer" yazıldığı tek yerin Türkiye olduğunu düşünmeden edemiyorum. Kaldı ki Ecstasy'yi Extacy yazmamız da buna bir örnek teşkil edebilir.

Son olarak Küçük İskender ve Can Yücel'in iyi şiirleri olabilir ama paylaşa paylaşa ikisinden de soğuttunuz beni. Ayrıca süper delikanlı geçinen homofobik ama bir yandan da aşk adamı olan arkadaşlarımın Küçük İskender paylaşımlarına bayılıyorum. O bakıp bakıp efkarlandığınız şiir var ya, o, bir erkeğe yazıldı. Ahahaha eğlendim. Linç edilmeyi göze alarak da Can Yücel'in şiirlerini sevmediğimi söylemeyi borç biliyorum. Her ergenin yazabileceği cümleleri satır olarak değil dize olarak yazınca şiir olmuş, altına Can Yücel diye imza atınca da paylaşılacak bir şeyler oluyor. "Şöyle yapacaksın, böyle yap, şöyleymişcesine şöyle yap" gibi bir şiir kabul etmiyorum, edemiyorum. Edebiyat otoritesi değilim ve asla olmayacağım. Bu yüzden bu yazdıklarımın kimseyi kızdırmasına gerek yok, kızdırsam da çok umrumda değil gerçi ya neyse:)

Gerçek bir şiir görmek isteyenler ise şu tarafa baktılar:
Sen bana bakma,
Ben senin baktığın yönde olurum.

Ve perde.

Bruce Springsteen gibi hissetmek



Yüzyıllardır yazmadığımın farkındayım. Hepsi tembelliğimden aslında. Her gün yazacak bir şeyler oluyor yoksa. Yazacak şeyler bir yana yazmaya değecek bir şeylerin olması güzel. Bu ara nedense bunları kendime saklamayı seçtim. Neden çok sürpriz değil aslında: Tembellik:)

İlk olarak Odtü'de hayat... Hayatımın tamamını Odtü'de sürdürmediğimden birazcık da anlamsız kalan bu söz kalıbını açarsam Odtü'de hayat güzel. Bir kere o kadar güzel ağaçlara sahip bir yerde mutsuz olmak zor bence. ÖSSyi hiç bir zaman süper bir şey görmemiş olmama rağmen en azından birazcık benzer insanları bir araya getirdiği gerçeğini yadsıyamıyorum.

Odtü'de yeni insanlarla tanışıyor olmanın en garip yanlarından biri insanlarla saçma sapan ortak tanıdıklarının ortaya çıkması. Türkiye çok küçük, Ankara ise miniminnacık resmen.

Bölümümle ilgili tanışma organizasyonlarına katılamadım bu arada. Artık seneye kafadan dalıp hepsiyle sıradan tanışacağım sanırım:)

Hayatımda bu ara en büyük değişiklik artık 19 olmam. 19'un ayrı bir anlam ifade ettiği ben için son derece mutlu bir durum bu tabi ki. Bildiğiniz gibi dünya 19laşmakta ve ben de buna dahilim. Bir yandan da "teenager" olarak son yılım olması sebebiyle iyice "eşek kadar adam olduğum" fikrine kendimi alıştırmaya çalışsam da son alışverişimde bir sürü diş jelibon ve Eti Cin almış olmam fikri garipsememe sebep oluyor.

Yeni Facebook profilim sayesinde kendimi bir yazar, şarkıcı ya da filozof gibi hissediyorum. Benden üçüncü kişi gibi behsedilmesi çok havalı bir durum ve burnum Kaf Dağı'nda şu an. Hayali bir yerde yani burnum. Yükseklik düşünmeyin.

"Bruce Springsteen gibi hissetmek" diye bir deyimin olmaması rastlantı olamaz. Kimse Bruce Springsteen gibi hissetmiyor demek ki. Çok üzücü.

Ugg'lar hâlâ çok popüler. Yeni olan bir trafik kazası kadar popülarite.

Latince söylenen her şey derin, siyah beyaz bütün fotoğraflar sanatsal.

Kar yağdı. Yağmur yağdı. Bahar geliyor. Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.