Yalnız Gezegen

welcome

Siz Buraya Daha Önce De Gelmiştiniz. Tabii Gelmiştiniz Ya... Tabii. Ben Gördüğüm Yüzü Asla Unutmam. Buraya Gelin De Elinizi Sıkayım! Bir Şey Söyleyeyim Mi? Sizin Yüzünüzü Bile Görmeden, Yürüyüşünüzden Tanıdım. Castle Rock'a Dönmek Için Bundan Daha Iyi Bir Gün Seçemezdiniz.

Realizmi Severim.


Ülkedeki bütün 13 - 25 arası gençleri toplayıp İngilizcenin daha havalı bir dil olmadığını anlatmak istiyorum. "Oh I hate paper work!" yazan arkadaşım, iki saat önce şehriye çorbası içiyordun bizi mi yiyorsun böyle?:) "Cehennem evet!"in bir "Hell yeah!" olmaması konusu beni zerre kadar ilgilendirmezken hangi dilde "Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan, beni bir gözleri ahuya zebun eyledi felek" denilebilir mesela, bunu düşünelim. Gerçi bu güzel şiirin ne kadar Türkçe olduğu üstünde hayli tartışılabilecek bir konu. Ama zannederim şuna kimse itiraz edemez: "Sen bana bakma ben senin baktığın yönde olurum."

Hayatımda bir zamanlar önemli olup zamanla bu yerini yitiren herkes için bir doğa gerçeği: Leoparın kuyruğuna basılmaz.

Yüzü güzel olup da şişman olan kızların hepsini uyarmak, "Çok güzelsin tatlım, biraz dikkat et" demek istiyorum. Ama belki yüz güzellikleri kilolarından kaynaklanıyordur, bilemeyiz.

Facebook'ta "Kadınlar ne ister?" sorusunu yanıtlayan erkeklerin kadınları tanımadığı açık. Onlar "Hep daha fazlasını" diye yanıtlamışlar. Kilo almamak daha realist olabilirdi bence.


Realist insanlar romantik filmler izlemezler. Romantik filmlerin amacı "Ah ben de bir gün böyle bir aşk bulacağım" demektir. Biz ise böyle aşklar yaşamadan öleceğiz. Boşverelim bunu Jennifer Aniston bile aldatıldı tatlım, biz kimiz ki? Olay romantik filmde bitiyorsa bu kadının mutlu bir hayatı olmalıydı değil mi? Ve hayat ne kadar sorularla dolu.

Bu kadar güzel şarkılar, güzel filmler, güzel kitaplar varken bazı insanların nasıl olup da hayatı sevemediklerini anlamıyorum. Bir de bu yıl inanılmaz bir hızla geçti. Ka bir tekerdir ve döner işte.

Her yaz acayip bir haller oluyor bana ve yılı baştan sona değerlendiriyorum. Benim gibi hayatında okulundan başka işi olmamış insanlar için takvim dediğimiz şey eşittir okuldur. Okul yoksa yıl bitmiştir. Yazsa yıl dışında kalan eğlencelik şirin bir zaman dilimidir. Eylül dediğimizde yeni yıl başlar ve yeni yıl arada bir doğum günü havasında geçer. Şu an baktığımda kısacık, miniminnacık gibi görünen bu yıla aslında baya bir şey sığdırdım.

Üniversite falan diyince kulağa çok acayip geliyor, ne bileyim tam da büyümedim galiba. Aslında bazen kendime aşırı küçük geliyorum. Nerede çocuk, nerede genç kız, nerede genç bir kadın gibi davrandığım pek belli olmuyor galiba. Kendime ben de şaşırıyorum, büyüdüm ya. Neredeyse 20 olacağım. 20. Bildiğin 20 yani. "Teenager" son yaşımı yaşıyor olmam beni çok heyecanlandırıyor olmasına rağmen büyümeyi eskisi kadar istemediğimi anlıyorum. 6 yaşımda hayata 25 yaşımdan başlamak istiyordum, kreş gösterimizde kusursuz bir papatya olmuştum başımdaki kartondan şapkayla. İlkokulda Harry Potter'cılık oynuyorduk mesela. Birçok büyüyü ezbere biliyordum. "Expeliarmus" diyince karşımdakinin elindeki kalemi yere atması gerekirdi. Ortaokul mezuniyetinde giydiğim kep çok önemli bir şeymiş gibi geliyordu. Lisede trigonometri çalışırken oturup ağlamıştım. Evet yapmıştım bunu. Olmayan şekillerin, olmayan kenarlarının, olmayan oranlarını öğrenemiyor olmak dünyanın en sinir bozucu şeyi gibi geliyordu. Geçen sene dershaneye giderken Blind Guardian kulaklarıma "You're not alone" diyordu.

Hep çocuk kalmak istemedim. Çocukluk baya sancılı bir şeydi. 5 yaşındaki kimse hep 5 yaşında olmak istemez. 14 yaş ise bir şeylere karar verecek kadar büyük ve uygulayamayacak kadar
küçük olmak da hoş bir olay değildi. Ölene kadar 19 kalabilirim ama. Ah aman tanrım, şimdiden yaş kompleksine giriyor olamam değil mi? Sonsuza kadar 19 olmak istiyorum.

"Zeki insanlar beynini, aptal insanlar kalbini dinler." Beyinden ayrı atan bir kalp bilmiyorum. Kalpten ayrı çalışan bir beyin bilmediğim gibi.

Her şey onların ne kadar basit olduğunu göremeyeceğimiz kadar karmaşık. Sanırım haşlanmış mısır yemek bende alkol etkisi yaratıyor.

Sıcak mı soğuk mu karar veremediğim hava odanın için geziniyor şimdi. Saçlarımı okşuyor hızlı esen bir rüzgar, keşke yalnız bunun için sevseydim seni. :)

Sting'le Ölümcül Sorular


"Duyduğun en anlamsız şey neydi?" diye sorsalar "Oy bacanak bacanak sen bu zilliyi bırak" türküsünü bile es geçerek " 'Kedi canını senin' söz öbeğidir." derim. Kedi canını senin ne be?! Hayır bir kere cümle değil. Cümleleri yarım bırakmak Türkçe'ye hiç gitmiyor, bakın cidden. "Ananı senin" dediğimizde sevimli oluyor mu mesela? Kedi canını senin nasıl sevimli olabiliyor ya da sevimlilik belirtiyor? Hay Allahım ya, of demeyin şöyle şeyler.

21 Haziran'ın en uzun gündüz ve en kısa gece olmasını "One stand ilişkiler tehlikede!" şeklinde yorumlayan insanlar tanıyorum. Coğrafya bilgilerimizi seviyorum.

Çevresinde hoşlanılmayan kızların futbola aşırı ilgi göstermelerini erkeklere "kafa kız" imajı vermeye çalışmalarına bağlıyorum. Şahsi gözlemlerime dayanarak onlara acı bir haber vermem gerekirse: Kızlar, erkeklerin bunları konuşmak için erkek arkadaşları hali hazırda var. Kendiniz olun bebeğim:)

İlkokuldayken ne güzel 48lik pastel boyalar vardı. Altın ve gümüş rengi boyaları olmak aşırı statü farkı yaratıyordu. Şimdi ne bileyim iPhone'u, Blackberry'si olanlar bana 48lik pastel boyası olan çocuklarmış gibi geliyor.
Mesela Sting şimdi bize gelse "Bi' Shape of My Heart söyle abi" derim. Anlamaz muhtemelen. Domuzluğumdan İngilizce'sini söylemem. Müzikle bunu anlatmaya çalışırım. Evrensel dil neticede.

"Duyduğun en güzel şarkı ne?" deseler baya düşünmem lazım. Of çok güzelleri var ya. A Question of Heaven nasıl güzel bir şey mesela. "My spirit begins to rise" bölümünde "Allah Allah" diyesim geliyor böyle ama şey tadında Çile Bülbülüm söylermişcesine:D There Is A Light That Never Goes Out var mesela. Lethe'yi de severiz. Strawberry Fields Forever mükemmeldir. Tonight da çok tatlı ne bileyim, sormasınlar böyle şeyler.

Sting "Duyduğun en güzel şarkı ne?" diye sorsa "Shape of My Heart" derim. Mutlu olsun isterim adam. Sonra bir anda sinirlenirim. "Kupaymış, kalpmiş kelime oyunları yapma bana sarışın!" diye bağırırım Sting'e, ayıp ederim.

Her anını Twitter'a, Facebook'a yazan insanlar var. "Guitar Hero oynuyorum" diye bunun resmini çekip aynı anda nete koymuş. Ay onu gönderene kadar kır bacağını oyna ya, bu nedir?Sinirlendiriyorsunuz beni valla.

Bazı filmleri kötü olduğu için popüler oluyor. Kendine ve zekasına güveni olmayan insanlar filmi izliyor ve hiçbir şey anlamıyor. Sonra ya ben anlamadım ama herhalde çok derin bir şey bu diyorlar. Sonra da o filmin derin olduğunu başka insanlara söylüyorlar ve bu bir döngü halinde devam ediyor. Mesela su döngüsü gibi. "Su döngüsü nasıldı?" diye sorsalar "Aç Google'ı bak bre deyyus!" diye bağırırım şu an.

İngilizce'de "Queen" olan kartın bizde "Kız" olması ciddi bir aşağılama. Kraliyet unvanlarını falan hiç takmıyoruz bak:)

Youtube'da her videonun altına "Arkadaki parça ne?" yazmak için para alan insanlar olduğunu biliyor muydunuz? Tekrar düşünün.

Her 5 Kasım'da "5 Kasım'ı hatırla, 5 Kasım'ı hatırla" olayına girmek istememe rağmen her 5 Kasım'da bunu unutmuş oluyorum. Havlu Günü'nü de kaçırdım bak. Bir de yeni arkadaşlık tanımı olarak: Facebook haber vermeden doğum gününü hatırlayan insan gerçek arkadaşındır. Ya da hafızası iyidir. Bilemeyiz.
Şu an biri gelse "En sevdiğin Beatles şarkısı ne?" dese, isyan ederim artık. "Her şeyi bana sormayın. Çok soru soruyorsunuz bebeğim" derim. Sting sorsa bile takmam. Amerikan güreşçisi Sting sorarsa tırsarım. Yerime sinip "Strawberry Fields Forever" derim. Ya da "Oğlum full showsun sen yae" derim. O derece. Öptüm bebeğim sizi.