Yalnız Gezegen

welcome

Siz Buraya Daha Önce De Gelmiştiniz. Tabii Gelmiştiniz Ya... Tabii. Ben Gördüğüm Yüzü Asla Unutmam. Buraya Gelin De Elinizi Sıkayım! Bir Şey Söyleyeyim Mi? Sizin Yüzünüzü Bile Görmeden, Yürüyüşünüzden Tanıdım. Castle Rock'a Dönmek Için Bundan Daha Iyi Bir Gün Seçemezdiniz.

Mortal Kombat Ruhu?


Merhaba tanrım. Bugün sana jenarasyonlar arası yaptığın korkunç yanlışlığı belirteceğim. Bunu bugün Creedence Clearwater Revival - Have You Ever Seen The Rain dinlerken farkettim. Hikmetinden falan sual olunmaz -çünkü tanrıyla Arapça konuşmak zorundayız biz- ama af buyurursan Şükran anneannemle beni yanlış jenerasyonlara koymuşsun tanrım. Ben 60larda genç kız olmalıydım. Puantiyeli ve kabarık etekli elbiselerim olmalıydı boyundan kalın askılı. Anneannemin de 2011de iPhone N (En son kaçta kaldı sahiden bilmiyorum) sahibi bir genç kız olması gerekirdi. Saçlarımı kabartıp kocaman güneş gözlükleri takmalı, kalın saç bantları takmalıydım. Neyse tanrıyı bırakıp size döndüğümüzde şu anda tek bilmek istediğim yağmuru hiç görüp görmediğiniz.


Eğer Ankara'da yaşıyorsanız "Haziranda gördük la bebe" diyebilirsiniz. Ama bu yanıtı vermek için aynı zamanda Ankaralı olmanız gerekir. Ankara'da yaşamak size "la bebe"yi kullanma hakkı vermez. Ama Ankaralı candır, kullanın. Eğer ÖSSye hazırlanmışsanız ve "Hangisi bir paragrafın giriş cümlesi olamaz?" testleri çözdüyseniz ve onlar aklınızda kaldıysa pek az paragrafın "Eğer" şeklinde başladığını biliyor olmalısınız ama bu benim hiç umrumda olmaz. Mesela bendeniz yıllarca İngilizce gördüm ama hâlâ okurken I Love 60s yazısını "Ay lav altmışs" diye okuyorum. Ayrıca "Ay vas born in bindokuzyüzdoksaniki". Herkes böyle bilsin bunu.

Doğum tarihleriyle ilgili ciddi bir problemim var. Birine yaşını sorduğumda "78liyim" demesinden nefret ediyorum. Sana yaşını soruyorum, niye matematiğimi sınıyorsun ki şimdi? Bakın bunu yapanlarla "0.7 uç var mı?" dediğinizde "0.5 var" diyen çocuk aynı kişi. Bu adamların benim hazırlık hocam Füsun Hoca'nın öğrencileri olmasını diliyorum. "Ben sana onu sormamışım ki, asıl soruyu cevaplamıyorsun" diye bütün puanları gitsin pisliklerin. Oh.

Vantilatörü açtığımda büyük anne deyimiyle "kulağıma kulağıma esmesi", açmadığımda hiç esmemesi ikilemi beni bitiriyor. Öyle ki içimi kemiriyor bu sorunsal. Bu olayı düşünmemek için dağlara kaçmak, vantilatörü unutuncaya değin içmek ve kışın dönüp aynı olayları elektrikli soba ya da kombi falan için yaşamak istiyorum. Oğlum kışın ne güzel ya, giyiniyorsun, olay bitti mis. Kışın da aynı şeyin yazın ne güzel oluşu ve duş alınca olayların bitmesi şeklinde söylemiş olmamı kanıtlayabilecek adam varsa gelsin kanıtlasın. Kanıtlamazsa sonsuza kadar sussun. Gelsin sorunlarımı çözsün, gitsin.

Bari ayaklarını yıkasaydın parmak arası terlik giyen erkek. Olmuş mu Lacoste tişörtle o anlamsız mayodan bozma şort? Bileğinde bilekliğinin izi şeklinde yanmışsın iyi güzel de, ayaklarını yıkayaydın iyiydi be parmak arası terlik giyen erkek. Küçük bir not olarak da: Ankara Metrosu turistik bir yer değil.

Şimdi benim mükemmel bir projem var. Çay soğuyor içemiyoruz, bira ısınıyor içemiyoruz ya işte benim sistemimle çay gittikçe ısınacak bira da gittikçe soğuyacak. Tek sorun bunu nasıl yaparım bilmiyorum. Fikir güzel, bunu işleyin, bir şeyler yapın. Zeka başka bir şey evet.

"Allah cızırtını versin" sözünü kim icat ettiyse kendini dünyadan silsin lütfen. Dünya kafi derecede kötü bir yer. Zaten hava cehennemden iki derece serinken kimse günah işlemekten korkmuyor, anlaşılabilir bir şey.

Yıl olmuş 2011, millet hâlâ parantezden gül falan yapıyor. Nasıl gelişebilir insanlık? benim soğut - ısıt projem de yalan oldu zaten. O değil şu ara kaç kişi ODTÜ Uluslararası İlişkiler hayali kuruyordur acaba? Tam bunları düşünüp içim sıcacık olmuşken okul sitesinin değişmesine şaşırdım. Klasik bir tepki olarak "Yok abi alışmıştık ne güzel diğerine" falan demek istesem de hiç bile. Yeni tasarımı sevdim. İnsanların bir şeyi sadece yeni ya da farklı olduğu için harcama eğilimi benim içimi sıkıyor. "Mortal Kombat'ın yeni oyunu çıkacak" "Mortal Kombat ruhunu kaybetti." Bu diyalog beni Mortal Kombat ruhunun nasıl bir şey olduğunu düşünmeye sevk ediyor. Mortal Kombat bildiğimiz kadarıyla şöyle bir şeydi: Pat, Küt, Ouch, Sub-Zero, *don bebeğim*, Scorpion *yan bebeğim*, Raiden *çarpıl bebeğim*, pat ve küt. Kriterlere baktığımızda Mortal Kombat'ın ruhunu kaybetmediğini söyleyebilirim. Birini ölümüne dövdüğümüz sürece oyun hep aynı kalacak. Ne zaman ki birini ölümüne severiz o zaman o Mortal Kombat olmaz, Aynalı Tahir falan olur. Scorpion rakibini aşk ateşiyle yaktığı gün bir daha oyunu oynamam. Bizi bozar.


İnsanların yapma bir Ege şivesiyle konuşarak sevimli olabileceklerine inandıkları bir dünyada yaşamanın gitgide zorlaştığına inanıyorum. Bebek taklidi yapan insanlarsa tamamen tanrının sinirlerimizi sınama şekli. Otobüslerde burnuyla oynayan tüm insanların cam kenarlarına oturmasıyla direncimize son darbe ve hava yüz yirmi bin derece civarıyken nasıl yaşayabildiğimizi gerçekten bilmiyorum. Bütün bu saydığım durumlar bize Mortal Kombat jargonuyla bir "Fatality" olurken ben yazıma son noktayı koyuyorum: K.O.

Ben katil değilim Ferhat Göçer


Yağmurlu bir sonbahar gecesinde zengin bir iş adamının öldürüldüğü o bulmacayı bilirsiniz. Elimizde üç şüpheli vardır: Ahçı, bahçıvan ve hizmetçi. Ahçı akşam yemeği hazırladığını bu yüzden cinayeti işleyemeyeceğini iddia eder. Bahçıvan çiçekleri suladığını bu yüzden katilin o olamayacağını söyler. Hizmetçi ise evi toplamakta olduğunu cinayet zamanı meşgul olduğunu söyler. Bu bilmeceyi sorduğunuz kötü esprili kişiler "Katil uşak ehehe" diyeceklerdir. Onlarla görüşmeyi kesin. Eğer aklı başında birine soracak olursanız katilin bahçıvan olduğunu söyleyecektir. Kaşınızı kaldırıp onu morartmak istercesine "Nideen?" derseniz aklı başında kişi sizin bu boş beleş çabalarınızı ciddiye almadan sükunetle yanıtlayacaktır: "Çünkü yağmurlu havada çiçek sulanmaz."

Bu bilmece geçen annemle yağmur altında çiçeklerimizi sularken aklıma geldi. "Anne şu anda bir cinayet işlense ve herkes bulunduğu yeri ve ne yaptığını söyleyecek olursa bizi tutuklarlar, biliyorsun değil mi?" Bazen bunu yapıyoruz biz, aklınızda bulunsun buraya yazıyorum ki katilin biz olmadığımız anlaşılsın. Yağmur altında hortumla teras yıkayan ve çiçek sulayan manyaklar biziz ama bu bizi katil yapmaz yani. Bu böyle bilinsin.

Dünyadaki bütün şarkıları ayırmak gerekirse: Ferhat Göçer'in söyledikleri ve söylemedikleri şeklinde ayırabiliriz. Ferhat Göçer'in söylemediği çoğu şarkıyı da Gregorian söylemiş olabilir mesela. Stairway to Heaven, Clocks, Fix You, Nothing Else Matters, The Unforgiven, Forever Young ya da Losing My Religion gibi şarkıları Ferhat Göçer'den duymaktansa Gregorian'dan duymaya adeta taptığımdan durumu bozuntuya vermeden geçiştiriyorum. Şimdi sizin göreviniz, tabi eğer kabul ederseniz, (Bakalım kimler Görevimiz Tehlike izlemiş?) -ki kabul etseniz iyi olur- şu: Bu şarkıları Ferhat Göçer'den gizlemek. Ferhat Göçer'i görünce bu şarkılar hiç olmamış gibi davranmak. Bunu insanlığa borçluyuz. Gerçekten.

Eğer annemi ne kadar çok sevdiğimi sayısal bir değerle ifade edebileceğim bir gün gelseydi insanlık sayıların sonsuz olmadığını anlayacaktı. "Son sayı budur" diye benim sevgi değerim ders kitaplarında okutulacak ve çocuklar bunu böyle öğrenecekti.

İnsanların aşkı kimyasal nedenlere ya da sosyal nedenlere bağlamasına anlam veremiyorum. Aşk diye bir şey varsa tek nedeni şarkılardır.

Şimdi mesela bende Agatha Christie zekası olsa ben kendimi peygamber ilan ederdim. belki o zekada olmayışımın nedeni bu. Günahkar olmayayım istiyor Allah.

Dünyada her şeyi güzel yapan bazı şeyler var. En iç sıkıcı anıyı güzel anlatan insanlar, en sıradan cümleyi bir sihre dönüştüren sesler, en alakasız müziği cennetten süzülen notalar haline getiren müzisyenler, en karamsar anı neşeli hale getiren detaylar. Tanrının bunlara bahşettiği sihrin üzerime saçıldığını hissediyorum bazen. Bu sihrin yağmurunda dolaştığımı... Çünkü ben onu sevdiğimde bu şehirde hep yağmur yağıyor.

Sevgiden bahsetmekten hoşlanmıyorum çünkü herkesin kendine göre bir anlayışı var . Her şeyi farklı seviyoruz. O kadar çok şeyi seviyorum ki düşününce. "Kalabalığın içinde yalnız olmak" düşüncesini anlamıyorum. "Hepimizin bir kalbi varsa niçin birbirimiz için atmasınlar?" Bu düşüncelerimden Ferhat Göçer'e söz etmeyin.

Bugün ilk defa Bruce Springsteen gibi hissettiğimi hissettim. Şaka be, hala yok öyle bir şey:)

Harry Potter'ın son filmindeki altyazıları yerim. "If you truly loved her.." (Eğer onu gerçekten sevdiysen) "No one knows" (Bunu kimse bilmemeli.) Bundan sonra kimse Harry Potter okuyucusunun romantik olmasını beklemesin bebeğim.

Mavi kelimesinin çoğu Afrika dilinde küfür olduğunu duyduğumda ilk aklıma gelen şey Mavi Jeans'in bu ülkelerde mağazası olup olmadığı oldu. #$%& Jeans'ten giyindiğimizi düşünsene mesela.. Şimdi ben orayı yazmadım ya, hepimizin aklına papatya tarlaları geldi:)

Aklıma Simpsons'tan tatlı bir sahne geldi. Lisa hoş bir oğlanla tanışır:
L: Demek İrlandalısın.
H: Evet.
L: Demek baban müzisyen.
H: Evet.
L: Şey acaba..
H: Hayır Bono babam değil.

Acaba ilk önce kim U2 coverlayacak; Gregorian vs Ferhat Göçer. Bunu Googleladığımızda Gregorian'ın With or Without You ile önde olduğunu görüyoruz ki bu sevindirici. With or Without You'nun doğru düzgün bildiğim tek U2 şarkısı olması da güzel hem.

Belki dinleyip severim diye yeni grup dinlemiyorum. işin yoksa bütün şarkılarını dinle, sevdiklerini bul falan çok sıcak ya. Bu sıcakta oturup bu kadar yazmam bile aptalca bir hareketti. Ama Ferhat Göçer meselesini söylemeliydim. Bu konuda hassasım. Öpüldünüz.