Yalnız Gezegen

welcome

Siz Buraya Daha Önce De Gelmiştiniz. Tabii Gelmiştiniz Ya... Tabii. Ben Gördüğüm Yüzü Asla Unutmam. Buraya Gelin De Elinizi Sıkayım! Bir Şey Söyleyeyim Mi? Sizin Yüzünüzü Bile Görmeden, Yürüyüşünüzden Tanıdım. Castle Rock'a Dönmek Için Bundan Daha Iyi Bir Gün Seçemezdiniz.

Yanıtsız Sorular


Yaşadığım 20 yıl bana hayatla ilgili bazı sorulara yanıt bulma şansı tanıdı. Ama bazı sorular benim için hep cevapsız kaldı ve korkarım öyle kalacaklar.

 Örneğin, ben küçükken Coca-Cola Tangle diye bir şey veriyordu bilmem kaç tane siyah açma halkasına. O ne işe yarıyordu? Bilen gelsin Allah aşkına. 

Ne kadar yaşasam anlam veremeyeceğim başka bir şey varsa o da Serdar Ortaç şarkılarının sözleridir. Bildiğim kadarıyla Serdar Ortaç'ın sorunu kumardı, uyuşturucu değil. Öyle ise "Melek misin yoksa gümüş söğüt dalı mı?" gibi bir söz hangi kafayla yazılmıştır ki? Maça kızı kafası ya da sinek yedili sarhoşluğu falan diye bir şey var ben mi bilmiyorum, nedir yani. Aslında Serdar Ortaç şarkılarını sorgulamayı yıllar önce bırakmıştım. Bu şarkılar benim için müzikal değer ya da duygu taşımaktan öte, cemre düşmesi gibi şeyler olmuşlardı. Serdar Ortaç şarkısı duyunca yazın geldiğini anlıyordum. Serdar Ortaç'ın albüm çıkarmadığı yazlar -var mı böyle bir şey?- biraz daha eksik, daha soğuk ve anlamsız geçiyordu. Serdar Ortaç'ın klibinde oynattığı dansçı Ukraynalı/Rus/Polonyalı kızı sonra yanında sevgilisi olarak görmeyince üzülüyor, eski neşem kalmıyordu. Lakin... Bu süreç bugün bir mağazada onun yeni bir şarkısını duyunca yeniden başa sardı. Şarkı sözlerindeki anlamsızlık benliğimi sarıp beni kuruturken beynim şu sözlerin esareti altındaydı:

deli günler geldi geçti
çok yoruldum ağlamaktan
en azından ağlatıyorsun
*
haber aldım gökyüzünden
yağacakmış kar bu hafta
en azından yaklaşıyorsun
*
ayrıldık kime hesap sorsam bilmiyor
yeni bir aşk buldum dinmiyor
içime taht kurdun gidemiyorsun

*
haksızlık yakalandım artık aşka
tasalandı derdi başka
beni üzmek en derinden

*
aşkımdın ne güzeldin eski çağda
ne büyüktü tutkun ayda
çıkacak bu kalp yerinden



Tek tesellim bu sözlerim ezberimden değil internet arayıp yazmış olmamdayken yazın henüz yeni başladığını ve yaz bitene kadar bu şarkıyı muhtemelen ezberlemiş olacağımı düşünerek korkuyla ürperdim.



Yıllardır anlayamadığım başka bir şeyse ilk defa duyduğum bir şarkının en azından nakaratını ezberleyebilen beynimin niçin olup da yıllardır defalarca duyduğum bir şey örneği Osmanlı padişahları sırasını ezberleyemiyor oluşuydu. Beynimin çalışma prensibi canımı sıkmakla birlikte bu durum bir konsere gittiğimde işe yarıyordu. Çünkü kimse konserde "Osman Bey, Orhan Bey, Birinci Murat!" diye bağırmak istemez. Bu, eğlenme prensiplerine aykırı bir şey. Belki beynim eğlenmeye programlanmıştır. Ya da şöyle mutlu olabilirim: Bir sürü şarkının nakaratını ve Osmanlı padişahlarının ilk üçünü ezbere biliyorum. Böyle daha mutluyum.



Kitaplar kuşkusuz ki anlamlıdır. Yani genellikle. Bazı kitaplar edebi değerlerinden ötürü bitirildiğinde "Bu neydi be şimdi?" dedirtebilir. Ama benim hayatımdaki sorulardan biri bitirdiğim bir kitap yüzünden değil. Bırakın bitirmeyi elime bile almadığım kitap yüzünden. Ama soru benzer. "Bu ne be?" Soru buyken, kitap şu:


Ben yıllar yılı elektrik düğmesini açık ve kapalı konumları arasında dengede tutmaya çalışıp ne olduğunu  gözlemleyen milyonlarca insandan sadece biri olduğumu biliyorum. Kim bilir şu günlerde bunu deneyen kaç çocuk vardır? Ve onlar büyüdüklerinde hala bir sürü çocuk olacak bunu yapan. Aslında fotoselli ışıkların yaygınlaşıyor olması bu konuda canımı sıkıyor. Yeni nesil bu zevki ve deney - gözlem aşkını yaşamadan büyümemeli. Fotoselli ışıklar zaten başlı başına sorun. Tuvaletlerdeki fotoselli ışıklar bazen canımı sıkıyor. Tuvalette koşan falan insanlar var sanırım iki saniyede sönen ışıklar olduğuna göre. Karanlık korkum ile vücudumun rutin ihtiyaçları arasında gidip geliyorum bazen. Sonuç olarak kendimi tuvalette Karadeniz yöresinden halk oyunları sergilerken buluyorum. Hayat böyle bir şey. Asıl üzücü olansa bir neslin telefonlar konuşurken elini kabloya dolama zevkini yaşamadan büyüyor olması. 

Günümüz dünyasının vebası hiç şüphe yok ki Pitbull. Pitbull dediğimiz şahsiyet inanılmaz bir hızla bütün ünlü şarkıcılarla düet yapıyor. Bütün şarkıları ne olduğunu asla anlamadığım sözleri hızlı hızlı söylemek suretiyle kesip araya giriyor. Onun ne ara çıktığına dair hiç bir fikrim yok ve... Pitbull... Çık git şarkılardan bebeğim. Ne ara düet yaptın bu insanlarla?

Aztek dilinde çok sarhoş olmanın "400 tavşan kadar sarhoş olmak" demek olduğunu öğrendiğimden beri 400 tavşanın ne kadar sarhoş olabileceğini düşünmeden edemiyorum. Gerçi bir tavşanın bile ne denli sarhoş olabileceği konusunda yeterince fikrim olmadığından düşüncelerim hep bir yerde tıkanıp, düğümleniyor. Belki de asıl merak edilmesi gereken hangi Azteklinin çıkıp da neden böyle bir şey söylediği. Bir de bu işin doğrusu Aztekli mi Aztek mi o konuda bir emin olamıyorum. Aynı konu Yunanlı/ Yunan için de var. Mesela Türkmenistan'dan olan biri Türkmen diyoruz. Çünkü Türkmenistan, Türkmen ülkesi demek. O halde Yunanistan'dan birine Yunanlı demek niye? Hindistan'dan olan adama Hintli demek niye? Kim icat etti bu dil kurallarını? Ne yapıyordunuz dil ortaya çıkarken bilmiyorum ki? Herkes mi 400 tavşan kadar sarhoştu?!

Beni bu güzel havalar mahvetti.


Şimdi ben lisedeyken de aynı böyleydi. Derin derin düşünüyorum sanıyorlardı. Beni dışarıdan gören Quantum fiziğine yeni bir bakış açısı getirdiğimi ya da Rönesans tablolarına gizlenmiş mini sembolleri bulmaya çalıştığımı düşünebilirdi. Ama ben böyle işleri kışın yapardım. Kış öğleden sonraları, depresyona girmek, popomun yarıçapını genişletmek için uygun, asitliği düzenlenmiş ve sitrik asitle zenginleştirilmiş doğala ödeş aromaları bulunan saçma şeyleri yemek ve Quantum fiziği ve Rönesans sanatı hakkında düşünmek için uygun zamanlardı. Bense her kış bu belirttiğim  aktiviteleri, bu belirttiğim sırayla yapıyordum. Her bahar geldiğinde kendimi şişmanlamış ve aydınlanmış halde buluyordum. Ama ben baharları prensip olarak düşünmem. Lisedeyken de böyleydi. Beni derin derin düşünüyorum sanıyorlardı. Oysa ben bu güzel havaların mahvettiği onlarca, yüzlerce, binlerce kişiden biriydim.

Biz güzel havaların mahvettiği kişiler olarak topluca her bahar karizmalarımızı çizdiriyor, beynimizi aldırıyor ve kilolarımızı vermeye uğraşıyorduk. Bütün sonbahar iPodlarımızı dolduran alternative rock şarkılarını dinleyerek gri gökyüzüne bakıp "eski güzel günlerin" anılarını düşünmüş, lisede hiç sahip olmadığımız mükemmel arkadaşlıkları ya da genel olarak insanların nasıl iğrenç varlıklar olduğunu düşünüp durmuştuk. Yağmur her yağdığında One More Cup of Coffee açıp camlara şap şap vuran yağmura "Sadakatin bana değil, gökteki yıldızlaraydı" cümlesini İngilizce olarak fısıldamış, otobüste giderken elektrik direklerinin önümüzden sırayla geçişini şiirsel bulmuş, "Ulan klip yönetmeni olsam bunu kullanırdım" demiştik. Ama... Baharın gelişi bize La Isla Bonita ile gelmişti. Yağmur yağdığında o kışınki derinliği yakalamak imkansız bir hal almıştı artık. Daha iki ay önce yağmurda hayatın manasını bulan "Aslında hepimiz yağmur damlası gibiyiz. Birbirimize değmeden iniyoruz gökyüzünden ve yere düşüyoruz en sonunda." gibi şiirsel çıkarımlar yapan bizler şimdi, "Yaaa pikniğe gidecektik baba biz, yağmur yağıyor, hale bak!" insanları olmuş çıkmıştık. İlmiklerine tırnaklarımızı takıp düşündüğümüz kazaklarımız yerini turkuaz "Free Surfer!" yazılı tişörtlere bıraktığından beri sanki kişiliklerimiz değişmişti. Sanki güneş her sabah düzenli olarak damarlarımıza yaşam enerjisi zerk ediyordu.

Baharın gelişi ağaçlara çiçekler, dallara meyveler ve bize öküzlük getirir. Güzel havaların mahvetmediği insanlar, bahar geldikten sonra da kıştaki halleriyle kalabilirler. Ama baharca mahvedilmiş insanlarla araları eskisi gibi olamaz. Çünkü kendini durmaksızın Madonna'nın 90larda çıkan şarkılarının nakaratlarını tekrarlarken bulan bu canlı, günden güne öküze bağlamaktadır.
- Aslında hayat bir tiyatro sahnesi gibi, bizler oyun muyuz oyuncu muyuz belli değil. Hayatın tadını almak için...
- Tat almak dedin de, yeşil erik çıktı mı ya? Of şimdi onun fiyatı da, var ya üç aile birleşsek alırız ancak.
Bu tür koşullar göz önüne alındığında bahar gruplarını ve kış gruplarını kolaylıkla ayırt edebilirsiniz. Bu gruplar tıpkı iki denizin suyu gibidirler. Birbirlerine katiyyetle karışmazlar. Doğanın böyle bir dengesi vardır. Doğa böyle kusursuz bir şeydir işte.

Doğa kusursuzdur. Her şey kusursuzdu. Ama bizi bu güzel havalar mahvetti. Bizi derin derin düşünüyor sanıyorlar. Olaylar lisede de böyleydi. Rönesans tablolarını rahatsız edici bulan eminim ki benden başka insanlar da vardır. Ama... Söz konusu tablolarda kadınların şeytani çizilmesi, beni önümüzdeki kışa kadar hiç rahatsız etmeyecek.