Yalnız Gezegen

welcome

Siz Buraya Daha Önce De Gelmiştiniz. Tabii Gelmiştiniz Ya... Tabii. Ben Gördüğüm Yüzü Asla Unutmam. Buraya Gelin De Elinizi Sıkayım! Bir Şey Söyleyeyim Mi? Sizin Yüzünüzü Bile Görmeden, Yürüyüşünüzden Tanıdım. Castle Rock'a Dönmek Için Bundan Daha Iyi Bir Gün Seçemezdiniz.

V, W, X, Neden, Z


Adams'ın denemelerini okuyunca yazmayı ne kadar özlediğimi fark etmem uzun sürmedi. Yeniden yazmaya başlamam gerekiyor sanırım. Zaten Gülfer'in de beni "mimlemesi" -hell yes- yazmama vesile oldu. Ne yazacağımı henüz bilmemekle birlikte nedense baya heyecanlı olduğumu söyleyebilirim. Uzun süre yazmayınca böyle oluyor demek ki. Ama belirtmeliyim ki hepinizi özledim.

Şimdi Gülfer'in bana yapmam için bayrak devrettiği listeye:

Yaşadığımı Hissettiren 10 Şey
1) Annemle olmak, oyun oynamak, gezmek, yan yana kitap okumak, müzik dinlemek, sarılmak, bilimum şey.
2) Müzik dinlemek. Müzik dinlerken düşüncelere dalmak, bir şeyler düşlemek.
3) Arkadaşlarımla aramda sadece bizim bildiğimiz saçma esprilerimiz olması. Lafı geçtikçe birbirimize bakıp gülümseyebilmek ya da hayvan gibi gülebilmek.
4) Sadece senin için yazıyormuş hissi veren yazarlardan birinin (King, Adams) kitabını okumak.
5) "Seni seviyorum" diyebilmek ve duyabilmek.
6) Uzun zamandır giremediğim bir elbiseye ya da pantolona artık girebildiğimi farketmek.
7) Yemek yapmak ve yaptığım yemeğin beğenilmesi.
8) Hayvanlarımla ilgilenmek, beslemek, oynamak ve onlarla olmanın her anı.
9) Oturduğum mekanda birden en sevdiğim şarkılardan birinin çalmaya başlaması ve eş zamanlı olarak tatlı bir rüzgarın saçımı okşaması.
10) Güzel bir alışveriş sonrası oturup güzel bir tatlı yiyebilmek. Soğuk bir içecek -ice tea şeftali olsun lütfen, teşekkürler derim.-

Veee ben de Orçun'u mimliyorum! :)

Bu ara böyle


Bugün dershaneden eve dönmek için dolmuşa doğru yürüyordum. Yol üstünde gördüğüm mağazanın vitrinindeki mankenin üstündeki kıyafeti görünce ise az daha düşüyordum. Önce mağazayı tanımlayalım: Mağazanın vitrininde çılgınca büyüklükte Her şey 1 TL, Her şey 5 TL ve Her şey 10 TL tipi yazılar var. Her şeyin fiyatı farklı olduğuna göre nasıl her şey diye bir genelleme yaptığımızı anlamıyorum. Neyse mağazanın satış ürünleri de genellikle kör stilistlerce çizildiğine inandığım garip tekstil ürünleri var. Bugün vitrininde mankenin üstünde duran kıyafet ise hepsine perfect çeker bence. Deri görünümlü, önü çapraz bağlı bir büstiyer ve deri görünümlü bir pantolon. Ucuz giyinmek isteyen sahne sanatçısı gotikler için. Duyurulur :)

Artık biraz daha yağmur yağarsa ve hava bu griliği korursa bunalıma gireceğim. İnsanlar İskandinavya'da nasıl mutlu yaşayabiliyorlar lan acaba?

Hayatımda ilk defa bir matematik sınavından korkmuyorum. Onlarca yazılıdan korktuktan sonra korkmadığım matematik sınavının ÖSS olması ayrı güzel. Yapacağım gibi geliyor, hadi bakalım.

Babalar Günü geliyor. En azından haziranda burada olacak babam. Biraz geç de olsa aylar sonra babalar gününü yüz yüze kutlayabilmek güzel bir düşünce.

Farkındalık


"Eğer yatmadan önce Allah'a yalvarmadan uyuyabiliyorsan dünyanın en şanslı insanısın." Bu sözü bugün abisinin geçirdiği kaza yüzünden allak bullak olmuş, yüzü bembeyaz ve yıpranmış görünen matematik öğretmenim söyledi. Son derece etkileyici bir konuşma yaptı sonra. Az önce puanlarıyla alakalı hoşnutsuz konuşmalar yapan herkes sustu. Dünyada sağlığın, ailenin sağlığı ve huzurunuzdan daha önemli hiçbir şey yok. Hiçbir şey.. Yemişim sınavı.

Berkay, Ankara'ya dönüyormuş. Nasıl mutlu olduğumu satırlara yansıtmak zor. Hem ben hem de dalgın şehir Berkay'ı çok özledik. Bazen bir şeylere bıraktığın yerden başlayabilmek güzel. Aslında sen hiç bırakmamış olsan bile.

Annemin uzun süredir işlediği yılbaşı örtümüz sonunda bitti. Öyle güzel oldu ki.. Onun o bitmiş, ışıl ışıl halini görünce içimde bir şeyler pır pır etti. Annemi çok seviyorum. Her şey den çok hem de. Yılbaşını da çok seviyorum, yılın en güzel günü. Annemin işlediği bir yılbaşı örtüsüyle yeni yıla annemle girmek... Dünyada böyle güzel bir şey yok.

Bugün hayatımda beni üzen olay ve kişileri düşündüm. Ve Soner Hoca'nın bugün yaptığı konuşmayı... Bu aslında annemin yıllardır bana yaptığı konuşmaydı. Ama işin içine yaşanmışlık girince biraz daha etkili oldu sanırım. Beni üzen olayların çoğu incir çekirdeğini doldurmayacak şeylerdi. İnsanların acı ve sıkıntılarının yanında lafının bile edilmemesi gereken şeyler... Bazen Allah'a nankörlük ettiğimi düşünüyorum bir şeylere üzüldüğümde. Çok şükür ailem sağ ve yanımdalar, aç değilim, açık değilim, mutluyum. Belamı mı arıyorum artık bilemiyorum.

Bundan sonra beni ben istemedikçe çok az şey acıtabilir. Çok az şey üzebilir. Ben bugün farkına vardım. Çünkü bugün Soner Silsüpür matematik değil, hayat dersi verdi.



Maddenin Halleri


-Tam hava güzelleşti derken havanın soğuması tanrının artık bizi sevmediğinin bir kanıtı olabilir bence.

-İzlanda'da patlayan yanardağın adını göbek adım yapmak istiyorum. Dina mı enteresan? Değişik isim duymamışsınız siz.

-Deniz yıldızlarının etobur olması çok kötü. İnsan o kadar estetik bir canlıya et yemeyi yakıştıramıyor.

-Bir de deniz yıldızı kolyeler çok kötü kokar. Tecrübeyle sabit bu.

-Eğer bir gün çok zengin olursam havuzu olan bir ev yaptıracağım. Havuzun ortasına da bateri koyacağım. Oasis klibinde gördüm, çok beğendim. Belki bu saçma hayaller yüzünden çok zengin olamıyorum, insan hepsini hayır kurumlarına bağışlayacağım der lan.

-Hayır yapar mısınız? Hayır, yapmam.

-Lola'yı Lolabal, Lolacan, Lolacık falan diye sevmeye alışmıştım da Lolaküp ne be? İyice aştım sevgi sözcükleri konusunda.

-Eurovision yapılmayacak diye korkuyordum. Kim bize sahte sahte şov harikaydı falan diyecek? hayatta böyle şeylere ihtiyaç var.

-Mustafa'ya bizim erkek arkadaşlara laf atan kız meslek liseli kızları anlattım. "Bak toplumda erkeklere ihtiyaç var demek ki, yoksa kendi aranızdan seçiyorsunuz" dedi. Sineklerin Tanrısı ha? iyiymiş o.

-Bir kaydımı bir kere olsun bloggerın önerdiği gibi scooterlar, tatil ve sonbahar diye etiketlemek isterdim.

-Bazı papatyalar çay oluyor, kimisi hediye ediliyor, kimisi saça sürülüyor, onların bile kendince bir kaderi var gibi sanki.

-Kaderimizi biz çizeriz.

-Kaderimizi biz çizeriz diyen Neo'ya hangi el hareketini çekmek uygun gelir bilemem.

-Desolation Song'u yazan adamla I Feel Fantastic'i yazan adamın aynı dünyada yaşaması ne kadar garip bir şey. Ve benim ikisini de çok sevmem.

-Gelincik tarlası fotoğraflarının derinliği deniz fotoğraflarınınkinden çok fazla. İnsanlar onu henüz anlayamadılar. Yabani olmasaydı da insanlar her bir gelinciğe yirmi milyon bayılsalardı mesela onu daha çok severlerdi.

-Bazen sanki dünyada her şey üstüne geliyor. Bazen sanki sen tek başına dünyanın üstüne yürüyorsun gibi, değil mi ama?

-Soru eki mi ayrı yazılır. Aslında soru edatıdır o bebeğim.

-"Nefis kandil simidimizi denedinizmi?" yazarsan ben de o kandil simidiyle sana girişir mi'yi ayrı yazdırmak zorunda kalırım bazı bazı pastahaneci.

-Bayram değil, kandil değil. Kandil simidi nereden çıktı? Bilmiyorum ama güzel mahlep falan. Ben küçükken mahlepi sahlepin yanlış yazılmış hali sanıyordum.

-Güzel bir kış günüydü yalnız o gün. Kar ne güzel yağıyordu. Güzel müzikler çalıyordu bütün müzikçalarlar ve başkent beyaza boyanıyordu.

Yeşilimtrak


Şehir gürültüsünü seviyorum. İzmir'in korkunç sessiz sokaklarında yürürken bunu düşünürdüm. Ankara gürültüsünü özlediğimi. O aşırı soğuk günde dershaneye yürürken Hansi kulaklarıma zarifçe şarkısını söylemekteydi ve ben arabaların korna seslerinden onu duyamıyordum. Gürültülü ortamlarda bildiğin şarkıları dinlemenin şöyle hoş bir tarafı var: Duymuyorsun ama şarkıyı bildiğinden boşlukları kendin tamamlayabiliyorsun. Eskiden İngilizce dersinde şarkı dinlerdik biz. Boşluklar olurdu tamamlamaya çalışırdık. Hiç bir zaman bir şarkı sözlerini doğru düzgün yazamazdım ben dinleyerek. Ama araba gürültüleri insana bunu yaptırabilir. Neden sesi açmıyordum ama şarkıyı hastalıklı zihnimde tamamlamaya çalışıyordum sorusunun yanıtı ise çok orijinal bir şey değil. Annem ezilmemden korkuyor araba seslerini duymayınca. Ben de ona verdiğim sözden ötürü sesi sonuna kadar açmıyorum.

Dershaneden dönerken ölü yeşil bir kelebek gördüm ve hayatımda ilk defa yeşil kelebek gördüğümü farkettim. Çok güzeldi, çok yeşildi ve çok ölüydü. Yeşil. Böyle güzellikler ölmemeli, yok olmamalı.

Dershaneden dönerken yeşil kazak giyen bir adam gördüm. Kazağın rengi iğrençti, gözlerimi kamaştırdı, adamın yağlı saçlarıyla uyum içinde olması bile onu güzel yapmıyordu. Yeşil. Böyle kazaklar yok olmalı.

Annem bana gidip gelirken dinlemem için çılgınca listeler yapıyor. Bu listeleri çılgınca yapan şu, ne kadar abuk isimli şarkım var hepsini koyuyor ve şarkılar birbiriyle aşırı alakasız. La Isla Bonita'dan sonra çalan Lethe desem açıklayıcı olur herhalde. Geçen bizim evin oraya giden merdivenlerden çıkarken Stairs of Fire çalmaya başladı. Bu tesadüf üzerine kendi kendime gülümsediğimi farkettim. Belki de insanlar beni deli sanmışlardır. Tek tesellim merdivenlerin yanmıyor oluşu.

"Seray Sever patates sever patates sever dedim patates." Bilmenizi isterim ki aslında bu cümlenin Seray Sever'in yumrulu bitkiler hakkında ne düşündüğüyle hiç bir ilgisi yok. Bu aslında kimyadaki orbitalleri ezberlemek için kullandığımız bir formülümsüydü. (Güzel kelime.) Ama artık Seray Sever'in sebzeler hakkındaki görüşlerini yansıtan bir cümle kadar boş. Reform din adamlarına güveni azaltmış mesela. Din adamları derkenki güzel ulamanın bile değeri yok. Dina Damları hiçbir şey ifade etmiyor:) Etil alkol fermantasyonu hayatımın bir alanında karşıma çıkmaz gibime geliyor:D Vay be yıllarca bir sürü şey öğren. Bir gün sınava gir. Ertesi gün o öğrendiklerinin hiç kıymeti yok, her şey anlamsız be.

Eğer reenkarnasyon diye bir şey varsa ve ben bir dahaki hayatımda dünyaya dişi bir gonzales olarak gelirsem ablamın parmağını hiç ısırmam. Bana ne güzel mısır veriyor, çekirdek veriyor bak üşümeyeyim diye battaniye bile koydu minik çaplı derim. Çok iyi bir gonzales olurum. Efendi gibi tekerimi çeviririm, mısırımı yerim. Ben kalender gonzalesim. Güzel çirkin aramam, gerçekten.

Kim bozuyor lan benim büyüleri?


Yine yazmaya niyetlenip üşenip yazamadım affet gezegen. Galiba yalnızca işim düşünce yazıyorum sana. Ama sen blogsun neticede en fazla ne işim olabilir ki seninle, yazmam bile lütuf, hıh:)

Bu ara bir sürü şey oldu gezegen. Mesela hayatımda nasıl olduğunu anlamadan bir şey başladı, nasıl olduğunu anlamadan bitti. Eğer çevremdekiler şahit olmasa kendim uydurdum falan diyeceğim, o kadar hızla olup bitti ki. Hayal falan görüyor bile olabilirim. Zihnim bana oyun falan oynuyor olabilir. Ama Harry Potter'da buharlaşmak var ya, birden kayboluyorlar. Öyle yani. Her şey aynı böyle olup bitti. Bir an belirip kaybolan bir şeydi işte. Aniden yükselmenin en kötü tarafı aniden düşmek galiba.

Saru ile artık konuşmuyorum. Nankör biri değilimdir ben, aslında iyi bile sayılabilirim. İnsanların yaptıkları iyi şeyleri, güzel şeyleri unutmam kolay kolay. Ama lanet sınavlarda bile 4 yanlış bir doğruyu götürüyor. Basit bir mantık bu. Yanlışlar doğruları götürür. Hafızam lanetim. Bazen olaylara anında tepki vermiyorum. O an umursamıyorum, öteliyorum. Bu olaylar uygun zaman bulduklarında yeniden aklıma geliyorlar. Birikmiş tepkilerimi aynı anda veriyorum. Saçma olaylara saçma çıkışlar yapıyor gibi görünmem bu yüzden. Ki olay saçma değildi, gerçekten.

Bazı sabahlar o kadar mutlu uyanıyorum ki, güneş benim için doğmuş sanki. Kuşlar ötüyor, güzel bir rüzgar. Ve bazı sabahlar o kadar mutsuz uyanıyorum ki gün baştan bitmiş, o günü yaşamaya bile gerek yok sanki. Yazılar yazıyorum ben, hiç birini beğenmiyorum. Hepsini siliyorum. Bunu da silecektim hatta. Silmememin tek nedeni kendimi son anda tutmam. Nedenini bilmiyorum.

Kendimi anlamıyorum. O kadar salak ve dengesiz bir ruh hali içerisindeyim ki. Günüm günümü tutmuyor resmen. Bugün o kadar güzel uyandım ki.. O değil de annemi çok seviyorum ya. Dünyada en çok onu seviyorum. Alakası da yok ama karın ağrısı, aşk acısına perfect çeker.

Teoman'ın Mavi Kuş ile Küçük Kız diye bir şarkısı var mesela. Çok güzel o. Dokunaklı böyle. Annemle dinlemiştim ilk, o da sevmişti. O yüzden ekstra seviyorum. Hatta galiba o gün Çağlar'la buluşmuştuk. Lola'yı gezdirmiştik karda falan. Ankara beyaza boyanıyordu, karlar saçlarımda eriyordu. Soğuk şehrin soğuk günlerinden biriydi işte.

Soğuk şehir hâlâ pek sıcak sayılmaz. Soğuk şehrin garip insanı da pek değişmedi zaten. Dünya değişirken, benim yalnız gezegenim aynı kalıyor belki de. Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. :)


Scorpions'la birlikte yedi gün dershane


Sanırım asla düzenli blog tutan insanlardan biri olamayacağım ben. Küçükken de günlük tutmaya özenirdim. Günü gününe yazamadım hiç, o yüzden hep yalan oldu o günlükler:) bir şekilde dürtülmeden, yazmaktan bahsedilmeden de gaza gelip yazı yazmıyorum. Aslında gaza geliyorum zaman zaman fakat üşeniyorum. Evet hayat tarzım bu benim:)

Scorpions son derece tatlı biçimde "There's no one like you" derken ben şubat ayında Ankara'nın bu kadar sıcak olabileceğine inanamıyorum. Ve bu durumun Scorpions'la hiç ilgisi yok daha güzeli. Bu aralar hayatımda iyi şeyler oluyor sevgili gezegen. Bazen bütün kötü şeyler üst üste gelir ya, bazen de bütün iyi şeyler üst üste geliyorlar.

Bu ara nazar değmesin, çok mutluyum. Üzerimde anlamsız bir neşe hal, tahammül edilmez bir enerji. Nesibe Aydın dershaneyi yedi güne çıkardı, bakalım bu enerjim ne olacak ama mutluyum yine de. Daim olsun bu hal diyelim, bitsin bu yazı da:)

Ve Ben Yazmazken de Hayat Aktı


Gandalf: "Kader dönerken ben de size döndüm." :)
Biliyordum yazmadan yapamayacağımı ama denemeye değerdi yine de:) Yazmadığım sürede anlatılacak o kadar şey birikti ki... Hatta bunların bir çoğu ben daha yazamadan yitip gittiler bile. Bir sürü güzel şey oldu hayatımda. Bir sürü değişen şey. Bir dönüp bakıyorum da... Her an bir şeyler değişiyor sanki. Statik duran hiç bir şey yok ve eskisi kadar korkutmuyor bu durum beni.

3 gün sonra 18 oluyorum. Çok garip bir şey bu. 18... O kadar ulaşılmaz ve uzak bir şeydi ki. Geçen ÖSS başvuru formları geldiğinde de bu hissi duymuştum. Koca koca adamların girdiği bir sınavdı o. Ben yalnızca "Ne olmak istiyorsun büyüyünce?" sorularına cevap veren küçük bir kızdım ve dedektif olmak dahil hemen her mesleği istemiştim. Şimdi ne olmak istediğime karar verip ona göre bir kağıttaki yuvarlakların içini doldurmamı istiyorlar. En azından artık dedektif olmak istemiyorum. Gerçi her şey de isteyince oluyor sanki ya.. İstemek konusu da garip aslında. Ne istediğimi tam bilmiyorum hayattan.

Büyümek... Çok acayip bir şey ya. Geçen Çağlar'a da söylediğim gibi galiba ben küçükken bile biraz büyüktüm. Nüfus kağıdımdaki yaşımdan değil de olaylara tepkimden, daha doğrusu tepkisizliğimden anlıyorum büyüdüğümü. Önceden çok mu çocuktum yoksa işim mi yoktu bilmiyorum. Şundan çok değil 2 sene önce olsa kendi kendimi yiyeceğim olaylara hiç tepki vermiyorum, daha rahatım falan. Bu yönü güzel bak.

Yazmadığım dönemde bir sürü güzel şey oldu sevgili blog. Mesela harika bir yılbaşı geçirdik. Sonra neredeyse hemen ardından anneannemin doğum günü geldi. Aralarında 10 gün var aslında. Ama zaman çok çabuk geçiyor. Ve şimdi de benim doğum günüm geliyor. İçimde tarif edilemez, satırlara sığdırılamaz bir heyecan var. Hem yeni yaş, hem de dünyada en sevdiğim insanlarla birlikte olmak. Günlerdir içim içime sığmıyor. Bir aksilik çıkmasa bari...

Gelir gelmez çok doldurmak istemiyorum burayı. Bir de hücrelerimden geçen heyecan burayı aynı cümlelerle donatmama sebep olacak, bu nedenle şimdi susuyorum. Az kaldı zaten. Sana geri döneceğim gezegenim. Gezegen yalnız başına döner de Dina ona dönmez mi hiç? :)