Yalnız Gezegen

welcome

Siz Buraya Daha Önce De Gelmiştiniz. Tabii Gelmiştiniz Ya... Tabii. Ben Gördüğüm Yüzü Asla Unutmam. Buraya Gelin De Elinizi Sıkayım! Bir Şey Söyleyeyim Mi? Sizin Yüzünüzü Bile Görmeden, Yürüyüşünüzden Tanıdım. Castle Rock'a Dönmek Için Bundan Daha Iyi Bir Gün Seçemezdiniz.

Bir sürü gerizekalıyla aynı oksijeni solumak


Nette gezinirken rastladığım Illuminati sembolleri dikkatimi çekti ve öğretmenlerin yazıştığı bir forumda buldum kendimi. Bir üye Illuminati hakkında engin bilgiler yazmıştı fakat hepsini okuayamadım. Girişini okumak yetti.
İLLUMİNATİ NEDİR ?
Dünyayı her konuda büyük bir gizlilik içersinde yöneten bir grup Tanrı kompleksli insanın oluşturdukları koalisyonun ortak adıdır.

“Ve Allah’ın, Rabbin sana teslim edeceği bütün kavimleri bitireceksin, gözün onlara acımayacak.” ( Tevrat, Tesniye Bölümü 7/ 16 )

“ İşte benden ve miras olarak sana milletleri, mülkün olarak yeryüzünün uçlarını da vereceğim. Onları demir çomakla kıracaksın; bir çömlekçi kabı gibi onları parçalayacaksın.” ( Tevrat, mezmurlar bölümü 2 / 8-9 )


Ve gözümüzün içine baka baka “ Bakın ben aydınlanmayım !” yalanıyla yüzümüze sırıtan bu kurukafalar hayatımızın rengini kana bulayan gerçek mübessimlerdir.
Evet giriş buydu ve şok oldum yani. Dünyanın neredeyse en önemli adamlarının içinde olduğu topluluğa atılan çamura mı üzüleyim, bu gerizekalılarla aynı oksijeni soluduğumuza mı yoksa bunun bir öğretmen olup da ülkemin çocuklarını bunların okutuyor olmasına mı? Acaba benim gibi düşünen başkası var mı diye yorumlara bakmak beni daha çok dehşete düşürdü.
Az kalsın unutuyordum bizden bu toplantılara katılan isim kimdi biliyor mudunuz Ney
KEMAL DERVİŞ .....meclisin ilk ekonomiden sorumlu ithal bakanı olmuştur kendileri... Ecevit hükümeti dönemiydi sanırım
Adamlar Kemal Derviş'i Illuminati üyesi olarak göstermişlerdi:D Güleyim mi ağlayayım mı cidden bilemiyorum artık.. Yorumların ortak noktası dünyayı Illuminati'nin yönettiği ve Türkiye'nin bu kıskaçta olduğu yönündeydi. Tanrım yani saçımı başımı yolacağım neredeyse. Gitmem lazım buradan gitmem lazım..

Ve son söz yine forumdan bir yorumdan:
Bizim bu ülkenin genç öğretmenleri olarak tetikte olmamız lazım!
Evet gerizekalı, evet..

Reprodüksiyon düşkünü serseriler


"Bu arada Kara Kule 3'teyim. Pamuk şekeri gibi bir kitap. Harikulade." "Seveceğini biliyordum=)" "O değil kitabı okurken sanki seninle sohbet ediyormuşum gibi" İşte 15 Haziran günü Berkay'la yaptığımız bu konuşma gözüme toz kaçmasına sebep oldu kısa süreli:) Duygulandım ya. Demek ki tek özleyen ben değilim. Ayrıca türünü yayan bir vampir, bir misyoner gibi onu da kendime benzetmişim. Buna seviniyorum aslında. Kitabı yeni okumasını ise çok kıskandım. Yeni bir heyecan yaşıyor gibi birşey bu. Benim önceden yaşadığım ve çok hoşlandığım bir his. Hafızayı resetleyip yeniden Kara Kule'ye başlamak isteyebilirim aslında. Gerçi resetlemek istediğim daha farklı hafıza konuları var ama olsun:D

Bugün annemle temizlik yaptıktan sonra duşa girdim. Evimiz temiz olmuştu, ben çilek özlü sabunumla yıkanmıştım. Mutlu olmamak için herhangi bir sebep kalmamıştı. Artık kendimi eskisinden iyi hissettiğimi farkettim. Kendi salaklığıma inanamıyorum. Çok değil bir iki gün öncesindeki Dina'yla bugünkü Dina arasında dağlar kadar fark var. Bir de zeki bir insan olarak falan geçinirim. Aptalmışım ben ya, kendime hala inanamıyorum. Kendime geldim, özüme döndüm.

Bu sene nedir böyle bilemiyorum ama kelebek istilası var resmen. Şu kahverengi olan gariban kelebekler var ya onlardan her yerde var. Bunu söylerken utanç duyuyorum ama korkuyorum ben onlardan. Hayvanlar da manyak mı ne? Işığa uçsan ya güzelim, üzerime üzerime uçuyorlar. Çığlık atarak evin içinde koşuyorum. Lola da bana sinirleniyor falan:D Anneme kelebeklerle ilgili söyleniyordum üzerime uçuyorlar, niye ışığa uçmuyorlar falan diye. Annem de egomu tavan yaptıran cümleyi söyledi: "Gurur duymalısın bence, kelebekler sahiden ışığa uçarlar. Işığa uçmuyorlar da sana uçuyorlarsa.." Ağzım kulaklarımda sırıttım. Kahverengi kelebeklerden eskisi kadar korkmuyorum galiba.:D

Annemle balkonda oturuyorduk bu akşam. Bir anımızı hatırladık, şirin birşey, yazmak isterim. Nejat İşler'in Barda'sını yeni izlemiş ve çok rahatsız olmuştuk. Filmde olaylar şöyle başlıyordu: Genç bir grup bir bara içmeye gidiyor barın kapanmasına yakın yalnızca bunlar kalıyorlardı. Sonra Nejat İşler ve psikopat arkadaşlarının grubu geliyordu. Neyse işte olayla böyle başlıyordu. Biz de annemle filmi izlediğimizin ertesi günü Dost'a gitmiştik. Dost'un alt katında reprodüksiyon tablolar ve film afişleri gibi şeyler var. Biz de annemle birlikte onlara bakıyorduk sonra ışıklar kapanmaya başladı. Annem: "Barda gibi oldu, değil mi?" "Evet anne birazdan reprodüksiyon düşkünü bir grup serseri burayı basacak" :D O gün ne garip gündü ama. Bir kadın Nefretiti tablolarına bakıyordu. Adamı çıldırtmaktaydı. En son "Başka pozu yok mu bunun?" dedi. Manyağın aile büyüğü sanki:D

Hayatımı seviyorum ya. Yaşamak süper birşey cidden, hayatımı güzel yapan herkese teşekkürler. Hepinizi çok seviyorum:)

Pozitif şarkılar kazanır :)


Başlamadan önce küçük bir not: Blogumda eski yazılarımın üzerinde uçan kırmızı kelebeğin ismini istek üzerine Berkay koymuş bulunuyorum:D

Artık başlayabiliriz.

Gülfer için.. :)

Ben sıcaktan ötürü kendimden geçmişten ve Berkay blogumun kenarında neşeyle uçarken bu yazıyı yazmayı düşündüm. Aslında bu yazıya benzer bir yazıyı daha önce okumuş, şarkılarını sevmemiştim. O yüzden kendi yazımı yazmaya karar verdim. Eğer siz de benim gibi morali bozuk olduğunda depresif şarkıalra asılan biriyseniz bunun ne kadar yanlış bir karar olduğunu önceden farketmiş olmalısınız. Bu, işleri daha kötü yapıyor. Depresif bir şarkıyla morali düzelen kimse görmediğim gibi, bozulanı çok gördüğümden artık moralim bozuk olduğunda depresif şarkı dinlememe kararı aldım. Bunlardan bazılarını da paylaşmak istedim, eğer moraliniz bozuk olursa bir göz atın diye:

1) Kamelot - The Haunting
Bu şarkı aslında Faust'la ilgili ama elbette bana enerji vermesinde bunun etkisi yok. Şarkıda gayet gür bir biçimde "Leave me for now and forever, leave while you can" diyen sesin etkisi var daha çok:) Gerçekten enerjik bir parça ve Simone'un sesi ile ayrı renkleniyor. Ayrıca slow şarkılar dinlemenin iyi bir seçim olmadığını farkeden bünyeler için ideal olduğu kanısındayım:)

2) Tenacious D - The Metal
Bir acıdan kaçmanın en etkili yolu onu düşünmemektir öyle değil mi? Ama kaderin oyunu ki neredeyse bütün şarkılar aşk üzerine yapılmıştır ve hangi şarkıyı dinleseniz üzüleceğiniz birşey bulabilirsiniz. Bu yüzden aşkla çok alakasız bir şarkı olan The Metal dinleyerek neşenizi bulmanız mümkün. Şarkının bütün derdi hiçbir müzik türünün metali öldüremeyeceği yönünde, eh o halde bu şarkı sizin moralinizi bozamaz öyle değil mi? Metalin ölebilmesi ihtimali en büyük korkunuzsa, o başka tabi:)

3) Demons & Wizards - Seize The Day
Belki moraliniz bozuk, belki berbat hissediyorsunuz, zor şeyler yaşadınız ama günü atlattınız değil mi? E o zaman sorun ne? Hansi aşık olunası sesiyle size "We seize the day" diyor ve siz hala moraliniz bozuk oturabiliyorsunuz öyle mi? Hansi'ye ayıp ama.. Onu üzmeyin, kıyamam:)

4) Anouk - Nobody's Wife
Sizi eleştirdi eleştirdi saçma saçma konuştu. Siz susun Anouk cevap versin, ona yaptığınız her kötü şey için özür dilesin. Sonra da "Çok kötü ama hey bu benim!" diye bağırsın. Çünkü siz asla kimsenin karısı olmayacaksınız! Gaza gelinebilecek bir şarkı, şiddetle tavsiye ediyorum:)

5) Direct - Ama Aşkım Yok
Artık aşkınızın olmadığınızın bilincindesiniz ama bu sizi üzüyor mu? Direct bunu aşırı neşeli biçimde söyleyerek bunun o kadar da önemsenecek birşey olmadığını anlamanıza yardımcı olabilir. Çünkü gerçekten öyle değil. Neşeli ve güzel bir şarkı:)

6) Bulutsuzluk Özlemi - Sözlerimi Geri Alamam
Kötü şeyler yaşamış olabilirsiniz belki pişmansınız belki değilsiniz. Olanlar oldu ve artık başa sarma şansınız yok. O halde bunu dile getirmekten çekinmeye gerek yok. Çünkü siz sözlerinizi geri alamaz ve bir daha geri dönemezsiniz:) Üzüntünüzden utanç duymayın, böyle şeyler sizin insan olduğunuzun kanıtı. Ama bunlar geçecek. Coşup seven gönlünüz durmayacak:) Belli mi olur belki bir gün yine karşılaşırsınız? Bilemiyoruz şimdi:)

7) The Strokes - Heart in A Cage
Bu listedeki favorilerimden. Üstelik sözlerinin yanı sıra müziği de bir harika. "I don't want what you want, i don't feel what you feel" şeklindeki sözleri insana gayet de güç veriyor. İnsanlar her zaman aynı şeyleri hissetmek zorunda değil. Aynı şeyleri hissetmiyor musunuz? Bırakın defolup gitsin, sizin kalbiniz bir kafeste bile atar:)

8) Burak Kut - Yaşandı Bitti :D
90'lara hızlı ve şirin bir dönüş. Burak Kut hislerimizi tarif ederken biz de çocukluk anılarımızı düşünmeye dalabiliriz. Hem nostalji olur, sonra dönüp bize üzene "Haydi Zıpla" diyip arkamızı dönüp gideriz. hem de neşelenmiş oluruz, fena mı:) Burak Kut bir numarasın canım:D

9) Stratovarius - Destiny
Bu listenin belki de Cadillac'ı olan şarkıyı yazmanın vakti geldi. Herşey ters gitmeye başladı. Ama ya olanların sizinle bir ilgisi yoksa? Yalnızca kaderse? Bu düşünce sizi bilmem ama benim hoşuma gidiyor. Yaızlan bir romanı düşünün. Karakterin başına kötü olaylar geliyor sürekli. Eğer bu karakterin başına hiç iyi olay gelmezse kötü olaylar heyecanını kaybeder ve kimse romanı okumaz değil mi? Bu yüzden iyi şeyler de olmak zorunda. Bir süreçtesiniz ve hepsi bitecek. Kaderden kaçamayız:)

10) Gloria Gaynor - I Will Survive
Son şarkı olarak karaoke barlarında kadınların en çok tercih ettiği şarkıyı belirtmeyi uygun görüyorum. Giden gitsin, kalan sağlar sizindir efendim. Siz daha iyisini bulursunuz, o asla daha iyisini bulamayacak. Siz savaşmayı sürdüreceksiniz, o kimin umrunda? =) Başka korkmuştunuz, hatırlasanıza. Geçiyor hepsi.. Dinleyin ve gaza gelin, işte bu!

Son söz olarak, sizi üzen de kim oluyor? Kimse benim okuyucularımı üzemez tamam mıığğ? Yüzünüzü yıkayın, güzel bir içecek alın, müziklerinizi açın ve mutlu olun. Bundan daha kötü günleriniz olmuştu. Hepsini atlatmayı başardınız. Şimdi bu kadra emeğinizi sizinle olmayı bile becerememiş bir gerizekalı için mi harcayacaksınız? O sizi haketmiyor bile. Eh hadi ama, görecek güzel günleriniz var daha:)

Rüya


Utangaç Balıklar İçin Buzlu Camdan Akvaryum'a teşekkürler.. :)

Rüyamda seni gördüm. Sen senmişsin ama sen değilmişsin. Anlıyorsun değil mi?

Dünya garip birşeymiş meğer. Ama dünya da dünya değilmiş. Sürekli değişen garip bir oluşummuş böyle. Birşeyler oluyormuş sürekli, yerinde kalmıyormuş hiçbirşey. Her şey yıkılırken, yeni birşeyler kuruluyormuş. Sonra o kurulanlar da yıkılıyormuş. Yerlerine yeni birşeyler yapılıyormuş. Bazen mutlu oluyormuş insanlar. Bazen üzülüyormuş. Ama üzülmek de bu üzülmek değilmiş. Anlatabiliyor muyum? Geçip gidiyormuş. Rüzgarlar esiyormuş, dünyayı süpüren. Sonra zaman diye birşey varmış. Ama bu bildiğimiz zaman değil. Daha farklı ilerleyen birşey. Yıllar saniye oluyormuş mesela, günler yıl. Herşey başka birşey oluyormuş. Çünkü aslında hiçbirşey göründüğü gibi değilmiş. Hatta bazı şeyler o zamanlar görünmüyormuş bile, yalnızca rüyalarda görünüyormuş. Ölüm gibi birşey varmış, ama kimse ölmezmiş. Bir kırmızı kapı varmış aslında ama kapı siyaha boyanmış. Siyah kapının ardı ise ışık doluymuş, beyazlık doluymuş. Herşey ya siyahmış zaten, ya da beyaz. Arada hiçbir renk yokmuş. Ama dedim ya herşey değişip duruyormuş dünyada. Siyahlar beyaz, beyazlar siyah oluyormuş. Ama siyah kapının ardı hep aydınlıkmış. Siyahlar oluşuyormuş ara sıra kapının ardında. Ama o beyaz öyle bir beyazmış ki yutuyormuş siyahları. Siyah kapı demirden de değilmiş, çelikten de. Ama güçlüymüş işte. Herşey siyaha, beyaza dönerken kapı hep siyah kalıyormuş. Ama o siyah, bildiğimiz siyah değilmiş. Günler birbirini kovalıyormuş. Zaman hızlıymış demiştim ya, bir garip ilerliyormuş. Sanki yıl gibi. Yıllar da saniyelere dönüşüyormuş, bunu da söylemiştim. İşte tüm bu hengamenin içinde rüyalarını yönetebilen bir kız varmış. Ama o ben değilmişim. İstediğini görüyormuş kız rüyalarında, istemediğini görmüyormuş. Kafasından silebiliyormuş istediğini. Keçi gibi de inatçıymış bu kız. İstediğini silermiş kafasından. Sıraya bir ad kazımak gibi birşeymiş bu, isim kazınan sıra, ismin üstünü kazımak gerektiğinde taş kesilmez ya.. Hem zor değilmiş böyle şeyler. Bir nehir geçiyormuş kapıdan. Rüya bu ya, nehirler de kapılardan geçiyorlarmış işte. Ama nehir bildiğimiz nehir değilmiş, Lethe'ymiş. Lethe'nin suyuyla ıslanan kapı siyah kalıyormuş hala ama ardındaki bütün siyahlar siliniyormuş. Kapıların hafızaları var mıdır? Bir müzik varmış fonda. Önceden hiçbirşey sorun değilken, şimdi herşey sorunmuş. Önemi yok dedim ya kapı siyahmış. Zifiri karanlık hem de. Bir telefon çalıyormuş sonra. Biri bakmış telefona. To Bid You Farewell çalıyormuş telefonda, ama bizim bildiğimiz değil. Sonra kapanıyormuş telefon. Her yer karanlık oluyormuş birden, öyle ki kapı da görünmüyormuş bu karanlıkta. Sonra her yer aydınlanıyormuş yeniden. Bir kapı siyah kalıyormuş. Bu aydınlığın içinde duruyormuş tüm cüssesiyle. Dev bir aydınlıkta, siyah bir kapı, ardında aydınlıklarla..

Sonra bir de ben varmışım rüyada. Ben benmişim ama ben değilmişim. Anlıyor musun?
Ben anlamadım işte tam burayı.

Düşüngü


Eskiden düşünürdüm ben. Çok düşünürdüm. Düşündüğüm bir sürü şey vardı. Başka da işim yoktu galiba ki düşüncelerim canlıydı çok. Düşündükçe yaşardım. Kendimi düşünerek üzebilir, yine birşeyler düşünerek moralimi bozabilirdim ben. Durmadan düşünürdüm ben. Gerekli ya da gereksiz şeyler, mutlu ya da mutsuz şeyler farketmezdi. Dünyanın adaletsizliğinden şikayet eder, sisteme söver ya da yarın yemekte ne olacak diye düşünebilirdim. İnsanları düşünür onlar için üzülür ya da sevinebilirdim. Merak eder, daha çok düşünebilirdim. Bana söylenen bir lafın üzerinde saatlerce kafa yorabilirdim. Böyle mi demek istedi, şöyle mi diye aklımda kalabilirdi cümleler. Düşündükçe yanıtlandırabilediğim sorularım oluyordu bazen. Ama genellikle sorular üzerine düşünmezdim ben. Yanıtlar üzerinde düşünürdüm. Yanıtlar bazen istediğim gibi oluyordu, bazen olmuyordu. Ben her ikisini de düşünüyordum. Bazen düşünmektan nefret ettiğim oluyordu. Düşünmemeye çalıştıkça daha çok düşünüyordum. Kanun gibi birşeydi bu, sevmediğin şey burnunun dibinde bitiyordu. Bunları uzaklaştırmaya çalışıyor, bazen yapıyor bazen yapamıyordum.

Eskiden düşünürdüm ben. Başka işim de yoktu galiba, hep düşünürdüm ben. Geçenlerde artık eskisi kadar düşünmediğimi, daha rahat olduğumu farkettim. Büyüyorum galiba. Nesibe Aydın'ın dalga geçercesine deniz yıldızlarıyla süslediği yaz ödevini elime ilk aldığımda da ilk düşündüğüm bu oldu "ÖSS Grubu" yazısına bakınca. Büyüyorum ben. Eskisi kadar düşünmeye ne halim var, ne zamanım, ne arzum. Eskiden düşünürdüm ben, çok eskiden..

"Hepsinin gelmesini bekleme; bir kişi gelmeyecek. Sen alışmayasın diye, korkmayasın diye, düşünesin diye.. Kendine yetmen için... Herkesin kendinden kaçacağı yerlerde sen kaçmayasın diye... Gelenler gitmeyecekmiş gibi... Doğumlar da, ölümler de duyasın diye. Bildiğini bildirmek için, bilmemeyi öğrenmelisin, tam kalasın diye. Herkesin gelmesini bekleme, sen var olasın diye, bir kişi gelmeyecek. Sen, bir olasın diye."

Eskiden düşünürdüm ben. Başka da işim yoktu galiba. Artık susup gülümseyerek önüme bakıyorum yalnızca. Yürüyorum. Yürüyorum çünkü yerinde durup düşünmek hiçbirşey vermedi bana bugüne dek. Susup gülümseyerek önüme bakıyorum. "Söylenemiyor çoğu şey susmadan.."

Öylesine..


Sisyphean, ne güzel şarkısın sen. The Fall of Every Season bu ara en gözde gruplarımdan. Huzurlu bir havası var. Galiba ben de bunu istiyorum. Huzur. Neşeli bir insan olmama rağmen neden doom dinlediğimi sormuştu biri. Şarkıyı yaşamıyorum, onu dinliyorum. Evet şarkıları yaşamıyorum ben. Aslında birilerinin bu şarkıyı yazmak için bunları yaşamış olması da kötü bir durum. Üzücü yani. Tek tesellim bunu para için yaptıklarını düşünmek. Eh bu düşünce de olunca çok da üzülemiyorum galiba. Bundan şikayetçi de değilim aslında. Bugün bir şarkı dinledim ben, harika sözlere ve berbat bir müziğe sahipti. Keşke o sözleri başka birine verseydiniz be güzelim, belki daha iyi bir şarkı olurdu. Olsun, şarkılar güzeldir. Aslında bu ara heyecanlı ve umutluyum. Düşündükçe mutlu olduğum bir takım gelişmeler var. Paylaşmak istediğimi sanmıyorum, nazara inanırım ben:) Ayrıca bu ara ne kadar çok yazı yazdığıma baktığım zaman şaşırıyorum. Bu kadar üretken bir insan mıydım yahu ben? Sanmıyorum aslında havadandır belki. Yazı yazma havası? Belki. Aslında yazı yazma havaları daha çok gri havalarda oluyor ama o zamanlarda yazdığım yazıları pek beğenmiyorum. Gri yazılar oluyor onlar da. Her ne kadar şarkıyı yaşamayıp dinlesem de havaları seyretmekle kalmayıp yaşıyorum. Bu yüzden kötü havalar benim için tatsız bir durum. Tanrım, ya Londra'da falan yaşasaydım? En çok intiharın görüldüğü bölgenin İskandinavya olmasına şaşmamalı. Düşünsene hep soğuk bir hava. Hava bir gün ısınır ümidini bile taşımıyorsun. Havanın bir gün ısınacağı ümidini taşımazsan, hiç bir soğuğu atlatamazsın ki..