Yalnız Gezegen

welcome

Siz Buraya Daha Önce De Gelmiştiniz. Tabii Gelmiştiniz Ya... Tabii. Ben Gördüğüm Yüzü Asla Unutmam. Buraya Gelin De Elinizi Sıkayım! Bir Şey Söyleyeyim Mi? Sizin Yüzünüzü Bile Görmeden, Yürüyüşünüzden Tanıdım. Castle Rock'a Dönmek Için Bundan Daha Iyi Bir Gün Seçemezdiniz.

Eski bir anı


Ne güzel bir gündü o öyle. İnsanın omuzlarını yakan güneş ışınları, soğuk havadan henüz uyanamamış çiçeklere selam ediyor, beyaz kelebekler henüz yeşeren çimlere nazireler diziyorlardı. Rüzgar dalgın bir edayla, temiz havayı içeri buyur edercesine açık pencerelerden evlere dalıp yeni yıkanmış beyaz çarşafları okşuyor, masalar üstünde unutulmuş onlarca kağıt dağınık bir ahenkle havaya saçılıyor ve uçuşuyordu. Kuşlar, kulakla duyulması imkansız bu melodiye şarkılar söyleyerek yanıt veriyorlardı. Güllerinse en güzel günleriydi şimdi. Beyaz güller, gelinlere benzemişlerdi. Beyaz simlerle bezeli hanımelleri sarhoş edici kokularını havaya karıştırmakta çok cömerttiler.


Şehrin kalabalığı bu manzaranın yanıbaşında olmasına rağmen güzel hava ve insanın gülümsemekten geri duramayacağı bir sürü doğal olay şehir trafiğini bir günah gibi bastırıp en derinlere atmıştı. Ne araba gürültüsü duyuluyordu, ne koşuşturan insanların telaşlı bağırışları.

Sokakta kimse yoktu. Camlarda bile kimse yoktu. Çünkü herkes bu günü kaçıracak kadar meşgul ve kördü. Daha dünyevi işleri vardı insanların. dışarıda gürül gürül akan bahar varken insanlar ellerinde bile olmayan paraların sanal hareketlerini daha ilgi çekici buluyorlardı.

Camdan dışarıyı seyreden kız üzülüyordu insanlara. Koşup uyuyan herkesi uyandırmak, herkesin ellerinde çiçeklerle kapılarına gelen baharı fark etmesini sağlamak, yolda gördüğü herkese gülümseyip günaydın demek, bulduğu bütün çiçekleri koklamak, dünyadaki bütün çirkin manzaralara bakış açısını değiştirmek, her siyahı beyazlara boyamak istiyordu.

Hiç birini yapmadı kız.

Uçları kırık uzun saçları sonu bilinmez yollar gibi iki omzunun üstünden dökülürken sesler geliyordu şehirden. Çocuklar ve askerler albümlerde solup gidiyordu. Güneşin yakıcılığından acıyordu gözleri. Ne güzel bir gündü o öyle. Küçük gözleri kimsenin düşüncelerini, duygularını göremezken sesler geliyordu şehirden.

Hiç birini duymadı kız.

Dünyaya o gün de bir şarkı söyleniyordu. Bilinmez bir sesten, gidilmeyecek bir uzaklıktan. İnsanlara inancı her saniye biraz daha azalırken güneş daha parlak bir hal alıyordu. Leylaklar saçılıyordu güne. Sarışın bir ışık ısıtıyordu yanaklarını. Erikler dallarında olgunlaşıyorlardı, kiraz ağaçlarının pembe çiçekleri salınıyordu rüzgarda. Bir sürü insan geçiyordu başka başka hayatlardan.

Hiç birini görmedi kız.

Kalbine ilmek ilmek işlenen bir sıcaklık dalgası bahar havasıyla birlikte güne nakşedilen bu muazzam güzelliğe karışıyordu. Dakikalar aceleci, zaman acımasızdı. Sarmal işleyen zamanın üzerine gül kokuları işlerken, kız sadece camdan bakıyordu. İnsanlara üzülüyordu kız. Bu kadar kör olmalarına... Asla onun gibi hissedemeyecek binlercesi için üzülüyordu. Kaç insan ağlıyordu kim bilir şimdi bu güzel günde?

Hiç birine gülmedi kız.

Ne güzel bir gündü o öyle. Sonsuzluğa uzanan mavi gök, insan elini uzatsa tutabilecek gibiydi. Usta bir ressam en güzel boyalarını alıp boyamıştı sanki günü. Dünyanın en güzel manzarası değildi kuşkusuz kızın önünde uzanıp giden küçücük bahçe. Aslında güzel bile sayılmazdı başka günde bakılsa. Kız seviyordu yine de. Taştan, topraktan, neredeyse betondan yetişen her çiçeği, her bitkiyi ayrı ayrı seviyordu hem de. Başını birazcık hava alabilmek için gururla göğe diken her canlıya tarif edilmez bir saygıyla doluyordu.

1 yorum:

Drako dedi ki...

Gezegen de tozdan arinmis bahar gelmis,sevdim nays =)