Yalnız Gezegen

welcome

Siz Buraya Daha Önce De Gelmiştiniz. Tabii Gelmiştiniz Ya... Tabii. Ben Gördüğüm Yüzü Asla Unutmam. Buraya Gelin De Elinizi Sıkayım! Bir Şey Söyleyeyim Mi? Sizin Yüzünüzü Bile Görmeden, Yürüyüşünüzden Tanıdım. Castle Rock'a Dönmek Için Bundan Daha Iyi Bir Gün Seçemezdiniz.

Forsaken


“Seni bir yerde görmüş olabilir miyim?” dediğimde bana aşağılar gibi baktı. Gözlerinde bir an için bir ışık geçtiğini gördüm. Evet onu tanıyordum. O da beni. “Hiç sanmıyorum” dedi. Küstah kızları sevmezdim ama takıntılı biriydim ve onu nereden tanıdığımı bulana karda düşünecektim. “Başka sorun yoksa gitmek istiyorum artık?” Gözlerini yakalamaya çalıştım. Rahatsız edici biçimde bakışlarını kaçırdı. Mecburen başımla onayladım “Tabi, tabi gidebilirsiniz” Arkasını dönüp giderken kafamda hala ona dair sorular vardı. Neden her gün aynı saatlerde aynı yerde görüyordum onu? Neden bu kadar tanıdık geliyordu? Neden bana böyle kötü davranıyordu ve neden ben bundan hiç rahatsız olmuyordum? Eve yürürken hala bunları düşünmekteydim. Az kalsın yaşlı bir adama çarpıyordum. Son anda adamla çarpışmaktan kurtuldum fakat yaşlı adam arkamdan epey söylendi. “Galiba buna nasıl yürüyeceğini de öğretmemişler?!” Bu lafı duyunca yüzüme ister istemez bir gülümseme yerleşti. Tabi ki yürümeyi biliyordum. Bana tabi ki öğretmişlerdi. Bu zamanlara dair çocukluk anılarım biraz zayıftı. Ama annemin pembe kareli bir elbisesi olduğunu hatırlıyordum. Beni çağırıyordu. Ona gitmemi istiyordu. Sonra her şey bulanıklaşıyordu. Son zamanlarda bir çok şeyi hatırlamakta güçlük çekiyordum. Hafıza boşlukları yaşamaya başlamıştım. Bazen nasıl gittiğimi hatırlamadığım yerlerde buluyordum kendimi. Konuşulanları hatırlamıyordum ama bazı detaylar aklımda kalıyordu tüm canlılığıyla. Annemin kareli elbisesi, karımın saçındaki kedi şeklinde yeşil toka, yemeğin tuzlu olduğu, oğlumun söylediği anlamsız şarkı.. Son zamanlarda popüler olan bir şarkı olsa gerekti. Her yerde onu duyuyordum. Gerçekten anlamsız bir şarkıydı. Sözleri bile yoktu doğru düzgün. Hiçbir anlamı olmayan harfler topluluğundan ibaretti. Ama her nasılsa şarkı çok sevilmişti. Ülkenin her yerinde bu şarkıyı duymak mümkündü. Hatta zaman zaman karımın bile yemek yaparken bu şarkıyı mırıldandığını duyuyordum. Saçında kedi biçimli yeşil tokasıyla yemek yaparken… Yemek tuzlu olmuştu hatta. Bunları hatırlıyordum. Ama mesela o akşam sofraya oturduğumuzu hatırlamıyordum. Bazı sabahlar uyandığımda rüyada mı, gerçekte mi olduğunu ayırt edemiyordum. Her şey fazla gerçek ya da her şey fazla yapay geliyordu. Bunları düşünürken evimin önüne geldiğimi fark etmemiştim bile. Oğlum yüksek sesle “Baba! Nereye?” demese daha da yürürdüm. Kafamı kaldırıp oğluma selam verdim. Birlikte eve çıkarken heyecanlı heyecanlı bugün okulda ne olup bittiğini anlatıyordu. Dikkatimi ona veremiyordum. Ama üzülmesini istemezdim. Bu yüzden ara sıra nazikçe onaylayıp şaşırmış gibi davranmaya çalışıyordum. Aklımı meşgul eden şey birkaç gündür değişmemişti. Bizim evin katına çıktığımızda oğlum sabırsızca kapıyı çaldı. Kapı açıldığında karımın yorgun gözleri aydınlandı. Bizi içeri buyur ederken bana dönüp “Seni bu saatte beklemiyordum?” dedi. “İşler çabuk bitti” diye bir yalan attım. Açıklama yapacak havamda değildim. Ayrıca Meral son günlerde bütün hareketlerimi yaşlılığa bağlar olmuştu. Sürekli yaşlandığımı duymak istemiyordum. Bazı şeyleri kendim anlayabilirdim. Bu, hasta birine sürekli “Sen öleceksin” demeye benziyordu. Meral bazı konularda gerçekten anlayışsız olabiliyordu. Aslında gerçekten iyi niyetli biriydi ama boş boğazlığı da pek çoktu. Komşu kadınlarla iyi geçinmez, arkadaş toplantılarına pek çağırılmazdı. Fazla konuşur, patavatsızlık yapardı. Ben onun iyi kalbini görebiliyordum. Güzel bir kadın, tatlı bir eş, iyi bir anneydi. Yıllarla birlikte birbirimizi iyice anlamıştık. O benim takıntılarımın üzerine gitmiyor, yazdıklarımı ellemiyordu ben de onunla tartışmıyordum. Yazarlık çok kazandıran bir iş değildi ama mutlu olduğum meslek buydu. Bu sıralar ise bir şey yazamaz olmuştum. Yazdıklarımı beğenmiyor, yeni bir şey üretemiyordum. Karım bu konularda bana baskı yapmazdı ama için için ne zaman yeniden yazmaya başlayacağımı merak ettiğini hissediyordum. Meral ben bunları düşünürken bir iki soru sormuştu ama hiçbirini algılamamıştım. Eliyle kolumdan tuttu. Eli çok sıcaktı. Tanıdık parfümü burnuma doluyordu. Sandal ağacı kokusu.. “İyi misin? Daldın gittin?” “Şey pardon iyiyim. Biraz yorgunum sanırım.” Yeni bir yalan daha. Yorgun değildim. “Ne düşünüyorsun böyle derin derin?” Bir an için Meral’e kızdan bahsetmeyi düşündüm. Sonra bu fikrimden vazgeçtim. Karıma genç kızlardan bahsetmek iyi bir fikir değildi. Meral saatlerce bu konu hakkında konuşabilecek, kendi kendine 100 senaryo yazabilip bunlara üzülebilecek türde bir kadındı. Konuyu değiştirmek istedim. Oğluma döndüm. Oğlum kendi kendine o aptal şarkıyı mırıldanıyordu. Bir yandan da parmaklarıyla ritm tutuyordu. Ritm tutan parmaklarına baktım. Benim ellerime ne kadar da çok benziyorlardı. Görkem’in çocukluğu.. Nasıl da büyümüştü.. Aslında Görkem’in çocukluğunu pek de hatırlamıyordum. Bu sanırım o zamanlar genç ve ilgisiz bir baba olmamdan kaynaklanıyordu. Meral kendinden gerçekten fedakarlık etmişti. Ben o zamanlar kötü bir babaydım, bunu reddedecek değildim. Daha sonra ne olmuşsa olmuştu. Evime çok bağlı bir hale gelmiştim. Artık yaptığım her iyi şey karım ve oğlum içindi. Ellerimi yıkayıp masaya otururken aklımda çıkarmayı düşündüğüm kitabın projesi vardı. Mutfağa geçtiğimde oğlum bana merdivenlerde anlattığı şeyleri şimdi de annesine anlatmaktaydı. Meral’in ise anlatılanları benden daha fazla ilgiyle dinlediği belliydi. Mutfağa geldiğimi görünce “Aa geldin mi? Otur da yemeğin soğumasın” dedi. Ve sonra yemekteki domatesleri naısl seçtiğini uzun uzun anlattı. Dünyada en çok ilgilendiğim konuymuş gibi bakarak bu konuyu dinledim. Yemeğe başladığımda yemeğin tuzlu olduğu fark ettim. “Tuzlu mu olmuş?” “Evet biraz..” “Hay Allah” Meral sofraya oturmadan önce kalkıp ocağı kapatırken yeşil kedili tokayı taktığını fark ettim. Galiba dejavu yaşıyordum. Karım yine aynı tokayı takmıştı, yemek tuzluydu. Oğluma bir soru sormam gerekiyordu. Eğer aynı cevabı alırsam dejavu yaşadığımı anlayacaktım. Eğer aynı cevabı vermezse delirdiğimi. “Görkem baksana. Sizin okulda bizim bir arkadaşın oğlu varmış. Şöyle şişmanca kısa boylu bir çocuk tanıyor musun acaba?” Görkem düşündü. Lütfen tanıma, lütfen diyordum içimden. Çenesini kaşıdı. “Adı Mehmet değilse tanımıyorum” “Değil.” Oh.. Tamam pekala sadece bir dejavuydu. Rahatlamıştım. Yemek boyunca fazla konuşmadım. Aklımda anılarım vardı. Hiçbirini hatırlamıyordum. Bu durum beni rahatsız ediyordu. Sonra kendimce bir çözüm buldum. Anılarımı hatırladıkça yazacaktım. Zaten işim yazmaktı. Hatta yeterince güzel bir şeyler çıkarsa kitap bile yapabilirdim. Bu sıra böyle şeyler çok popülerdi. Ertesi sabahtan tezi yok başlayacaktım. Yemeğim bittikten sonra biraz televizyon izledim ve uyudum. Huzur içinde bir uykuydu, aylar sonra. Sabah kalktığımda Görkem okula gitmişti. Meral ise uyuyordu. Çalışma odama gittim ve kalemimi elime aldım. Düşünmeye başladım. Öncelikle çocukluk anılarım.. Annem.. Kızıl saçlı güzel bir kadındı. Pembe kareli bir elbise. Beni çağırıyor. Bunları daha sonra hatırlamak için maddeler halinde yazdım. Karımla nasıl evlenmiştik? Ne karda çıkmıştık? Bilmiyordum.. Bunları hatırlayamazken o kızı nereden hatırlıyordum? Saate baktım, bunları düşünürken saat 10 olmuştu. Hemen masamdan kalkıp giyinmeye başladım. Kız her sabah saat 11de deniz fenerinin orada oluyordu. Yeterince hızlı gidersem ona yetişebilirdim. Evden apar topar çıktım. Dışarıda yağmur yağıyordu. Felaket ıslanmıştım ama umursamıyordum. Sadece koşuyordum. Sokaklar bomboştu. Kimse bu yağmurda çıkacak kadar aptal değildi. Birden aklıma kara bir fikir geldi. Ya kız orada yoksa? Belki yağmurda ıslanmak istememişti. Bir an durdum. Durunca yorulduğumu fark ettim. Bayadır koşuyor olmalıydım. Dizlerim ağrımaya başlamıştı. Denemeye değerdi. Artık koşamıyordum ama hızlı adımlarla deniz fenerine doğru ilerlemeyi sürdürdüm. Uzaktan görünen kırmızı bir pardesü sanki bana güç verdi. Kız oradaydı. Kızı görmek istemiştim ama aslında ne yapacağımı bilemiyordum. Böyle bakınca sıradan birine benziyordu ama onda bir şeyler vardı, biliyordum. Yanıtları vardı. E benim de sorularım vardı. Kızla konuşmayı deneyecektim. Muhtemelen beni tersleyecekti ama yine deneyecektim. Yanına gittiğimde mutlu görünüyordu. Denize bakıp oğlumun söylediği anlamsız şarkıyı mırıldanıyordu. “Pardon?” “Bana döndüğünde yüzündeki tebessüm hafifçe silinir gibi oldu. Gözlerini devirdi. “Ah yine mi siz?” Gülümsemeye çalıştım. “Şey evet yine ben.” Tekrar denize döndü. Deniz yağmurla birlikte adeta çıldırmıştı. Denize bakmayı sürdürüyordu. Sağ eliyle saçlarıyla oynuyordu. İşte tam o zaman fark ettim ki saçları kuruydu. Deli gibi yapmur yapıyordu evet ve kızın saçları kuruydu! Mantosu da öyle. İstemsiz olarak elim saçlarıma gitti. Islaktılar. Tam olması gerektiği gibi. “Islanmamışsınız” sesimin garip çıktığını fark ettim. Dalgın dalgın elini saçlarından çekti. “Şey evet, saçlarım kabarıyor.” Sanki saçlarının kabarması yağmurun umurundaymış gibi. Neler saçmalıyordu bu kız?! Artık dayanamayacak gibiydim. Kızın kolunu tuttum. Kolundaki elime bir göz attıktan sonra yeniden denize döndü. “Bence kolumu bıraksanız iyi edersiniz” Kolunu bıraktım. “Nasıl ıslanmadın sen?” Artık sizi bizi geçmiştim. Yanıtlarımı hemen almalıydım. Bana bakıp gülümsedi. “Dedim ya saçlarım..” “Bu hayatımda duyduğum en saçma bahane. Yağmur saçları umursamaz” “Umursamaz elbette ama gerçek yağmurlar umursamaz.” “nasıl yani?” “Siz ıslanıyor musunuz?” “Kahretsin tabi ki ıslanıyorum!” “Hani?” Ceketimin ıslak kolunu ona gösterecektim ki dehşet verici bir şey fark ettim, kolum kuruydu. Elim saçlarıma gitti. Kız bekleyen gözlerle baktıktan sonra gülümsedi ve yeniden denize döndü. “Siz de ıslanmıyorsunuz” Kız bunları söyledikten sonra kolumun ıslak olduğunu tekrar hissettim tam kıza gösterecektim kuru olduğunu gördüm. Artık delirmek üzereydim. “Yeter artık! Sen kimsin? Ne yapmaya çalışıyorsun? Amacın beni delirtmek mi küçük hanım? Galiba başarıyorsun!” Bana döndü. “Bence bağırmaya gerek yok.” Kız fazla oluyordu artık. Nasıl bağırmaya gerek yoktu. Söz konusu olan tüm akıl sağlığımdı. Sesimin daha sakin çıkmasına özen göstererek sordum “Pekala sen kimsin?” “Bence asıl soru senin kim olduğun” “Kim olduğumu biliyorum hanımefendi. Asıl sorun sizin kim olduğunuzu bilmemem!” Artık sesim titriyordu. “Kim olduğunu bildiğine emin misin? Annem kimdi mesela? Ondan bahsetsene biraz?” “Kızıl..” “Saçlı güzel bir kadındı. Pembe kareli elbisesi vardı.” Tanrım.. Donup kalmıştım. “Ya karın? Tuzlu yemekler yapar, aslında özünde iyi bir kadın, biraz konuşkan. Şey galiba bir de yeşil tokası var. Ne vardı üstünde? Kedi mi? Ah aslında köpekleri daha çok severim.” “Bunları nereden biliyorsun?” “Yapma lütfen. Bu karda da salak olamazsın?” Sol avucunu havaya kaldırdı. Eline birkaç damla yağmur düştü. Eline baktı. “Sıkıcı oldular değil mi?” “Bakın benim sormak iste..” Yağmur durdu. Birden. Hiç yavaşlamamıştı. Bıçak gibi kesilmişti. Şimdi denizin üstünde göz kamaştıran bir güneş parlıyordu. Ama hava sıcak değildi. “Yağmuru severim, bazen.” “Beni dinle” Yüzünde alınmış gibi bir ifade belirdi. Aslında onu üzdüğüm için üzüldüm ama bilmeliydim. “Seni yazmamalıydım” “Ne?” “sen artık iyice kontrolden çıktın. Seni hiç yazmamalıydım. Ah ama hata bende..” “Nasıl? Nasıl yazmamalıydın?” “Bak dinle canım. Hepsini bir kerede anlatacağım. Ah hep bunu demek istemişimdir. Şimdi iyi dinle. Sen aslında yoksun. Yani aslında karın da yok. Oğlun da yok. Anılarını hatırlamıyorsun ya işte bu yüzden.” “Çok film izledin galiba!” “Evet aslında izledim. Ama ne kadar sorusuna cevabım tam tamına senin izlediğin kadar olurdu. İzlediğin bütün filmleri ben izlediğim için izledin.” “Yapma lütfen..” Kafasını salladı. Dalgın görünüyordu. Ayağını yere sürtüyordu. “Ara sıra bir şeyler yazarım. Bilirsin sen de yazarsın. Şey aslında yazar değilsin. Biraz karışık bir durum bu. Her neyse arada bir şeyler yazarım. Sen de yazdığım şeylerden biriydin. Aslında böyle şeyler pek olmaz ama beni fark ettin. Eh artık kaçacak değilim. Nasıl yaptın bilmiyorum. Üçüncü kişili hikayeleri severim. Biliyorsun böyle şeyler dışarıdan gözlem gerektiriyor. Ben bir bakıma sadece gözlemciydim. Nasıl fark ettin hala bilmiyorum.” “Peki ya anılarım?” “Onları ben yazdım. Örnek mi istiyorsun? Pembe kareli elbiseler bana hep anaç gelmiştir. Yeşil kedili tokaysa tamamen çocukça bir şey ama..” “Şarkı?” Kız güldü. “Anlamsız bir şey değil mi? Açıkcası ben de hiç anlamıyorum onu. Ama hoş bir şey. Galiba İskandinav dillerinden birinde yazılmış. Büyük ihtimalle saçma sapan bir şey ama hoşuma gidiyor.” “Usulca şarkıyı mırıldanmaya başladı. “Ya şimdi ne olacak?” “Bunu söylemek zor aslında. Bir sürü film izledik ya birlikte. Onlardan bir alıntı yapabilir miyim?” Başımı salladım. Artık iyice tepkisizleşmiştim. “Artık fazla şey biliyorsun” Gözlerim büyüdü. Bu manyak beni öldürecekti! Kaçmam lazımdı. Gitmem, uzaklaşmam.. Aklımdan geçenleri okumuştu. Aslında daha doğrusu aklımdan geçenleri o yazmıştı! “Bence kaçma. İşe yaramaz” “Benim öldüğümü anlamayacaklar mı sanıyorsun? Meral var, Görkem var..” Gülümsedi. “Aslında anlamayacaklar tatlım. Meral dul bir kadın olacak, Görkem ise babasını hiç tanımamış bir çocuk. Bence böyle de bir hikaye pekala yazılabilir. Birkaç silgi darbesi atmak çok da zor bir şey değil?” “Haklısın galiba” Kafasını salladı. Evet.. Hadi denize gir istersen..” Başımı salladım. Doğup büyüdüğümü sandığım aslında hiç yaşamadığım kasabama son kez baktım. Sonra denize doğru bir adım attım. Artık denizdeydim. Deniz beni içine çekerken kırmızı pardesünün kolunun bana el salladığını gördüm.

0 yorum: